بسم الله الرحمن الرحيم
İran Partisi’nin Silahsızlandırılması ve Lübnan Yönetiminin Bu Konudaki Rolü!
27 Kasım 2024 tarihinde, Yahudi varlığı ile Lübnan otoritesi arasında, doğrudan Amerikan gözetiminde imzalanan ateşkes anlaşması, aslında İran partisi ve Lübnan’daki diğer Filistinli grupların silahsızlandırılması için siyasi bir zemin hazırlamıştır. Bu adım, Amerika’nın ‘barış’ arzusundan değil, tamamen Yahudi varlığının güvenliğini garanti altına alma amacından kaynaklanmaktadır. Nihai hedef ise, özellikle Aksa Tufanı hadiselerinden sonra, Müslümanların elinde kalan son savaşma kabiliyetini de yok etmektir... Bu anlaşma, aslında Amerika’nın bölgedeki oyunun kurallarını, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yine kendi çıkarlarına göre yeniden yazdığı stratejik bir güvenlik dayatmasının son halkasıdır. İşin aslı, Lübnan’ın önüne konulmuş ve uygulanması zorunlu olan bir Amerikan reçetesidir bu. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın 8 Ağustos 2025’te El-Hades kanalına yaptığı itiraf niteliğindeki şu açıklama her şeyi gözler önüne sermektedir: “Bu Amerikan planını uygulayabilmemiz için, ABD ve Fransa’nın garantörlüğünde Suriye ve İsrail’in de ‘evet’ demesi şart!”
Bu Amerikan belgesi, uzun süredir Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde aslında Amerika’nın etki alanındaki İran politikalarına hizmet eden İran partisine yeni bir rol biçmektedir. Nitekim ABD elçisi Tom Barrack da bunu açıkça ifade etmiştir: Plana göre İran partisi, ağır silahları elinden alınarak siyasi bir partiye dönüştürülecek ve bu şekilde bölgedeki yeni güç dengesi içinde yeniden konumlandırılacaktır! Bu adım, Amerika’nın bölgesel vizyonuyla tamamen uyumludur. Bu vizyonun temel hedefleri ise; Yahudi varlığını korumak, onunla normalleşmeyi sağlamak ve onu, işgalci bir güç gibi değil de bölgenin doğal bir parçasıymış gibi göstererek sisteme entegre etmektir. Oysa Müslümanların bu topraklar üzerindeki hakkı, zamanın geçmesiyle, işgalin uzamasıyla, büyük veya güçlü devletlerin ya da Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi yöneticilerin kabul etmesiyle asla düşmez.
Ateşkes antlaşmasına bakan kimse, Lübnan’daki İran’ın partisinin ivedi bir şekilde silahsızlandırılmasını açıkça hükme bağlamadığını, bilakis buna aşamalarla zemin hazırlayan bentler içerdiğini görür. Örneğin, Litani Nehri’nin güneyinde silah bulundurma yetkisinin yalnızca Lübnan devletine ait olması gibi... Hükümetin, ‘silah tekeli’ gibi kritik bir konuyu görüşmek için sekiz aydan fazla bir süre oyalanması, Siyonist varlığın Litani’nin güneyindeki tüm noktalardan çekilmeyerek anlaşma şartlarını ihlal etmesi ve buna ilaveten Lübnan’ın dört bir yanında sivil halka yönelik saldırılar gerçekleştirmesi mevcut durumu anlamak açısından yeterlidir... Tüm bu olanlar, Yahudilerin asıl amacının, Lübnan’daki siyasi gruplar arasındaki mevcut anlaşmazlıkları derinleştirmek ve bu yolla halkı kendi içinde çatışmalara ve bölünmelere sürüklemek olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle, genelde tüm Lübnan halkının, özelde ise Müslümanların şu hususları net olarak bilmesi elzemdir:
1- Müslümanların, Yahudi varlığına karşı savaşmak için silah bulundurması meselesi, her şeyden önce İslami bir konudur. Bu meseledeki hükmü verecek olan merci; ne Amerika, ne Yahudi varlığı, ne de hiçbir yaptırım gücü olmayan Birleşmiş Milletler’in temsil ettiği uluslararası hukuktur. Bu konuda hüküm, yalnızca İslam’a aittir. Dolayısıyla bu konunun, mezhep veya cemaat eksenli kısır çekişmelere alet edilmesi kesinlikle kabul edilemez.
2- Ümmet, kuvvet sahibi evlatlarını topyekûn bir seferberliğe çağırarak, bu toprakları Yahudi varlığının pisliğinden temizleme ve Müslümanlara reva görülen katliamları durdurma vazifesini ifa etmekle yükümlüdür. Şunu da unutmamak gerekir ki, silahın bu kutsal amaç dışında, bilhassa Lübnan ve Suriye’de şahit olduğumuz gibi Müslümanların birbirine doğrultulması, kesinlikle haramdır. Böyle bir eyleme karışmak, Allah’a, Rasûlü’ne, dinine ve Müslümanlara ihanettir.
3- Şayet Müslüman ülkelerin yöneticileri, Gazze ve Filistin’deki Müslümanları maruz kaldıkları bu vahşetten kurtarmak için orduları harekete geçirmezse, o zaman halkın üzerine düşen görev, kendi içlerinde bulunan ve Hilafet Devleti’nin kurulması için mücadele eden Hizb-ut Tahrir mensuplarıyla birlikte hareket etmek ve onlara destek olmaktır. İşte bu, şu anın en acil görevidir. Zira artık şurası apaçık anlaşılmıştır ki, bu büyük felaketle ancak Hilafet Devleti başa çıkabilir. Hilafet, Yahudi varlığına son verecek ve ona güç, zulüm ve cürüm temin eden ipleri kesecektir. O, Yahudi varlığına bir son verecek ve ona güç, zulüm ve cürüm temin eden ipleri kesecektir. Öyle görünüyor ki, Allah Subhânehu ve Teâlâ, bu büyük rolü yerine getirmesi ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmesi için Hilafet’in kurulmasına zemin hazırlamakta ve ortamı düzenlemektedir. Buhari ve Müslim’in Ebu Hurayra’dan rivayet ettiğine göre Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حتَّى تُقاتِلُوا اليَهُودَ، حتَّى يَقُولَ الحَجَرُ وراءَهُ اليَهُودِيُّ: يا مُسْلِمُ، هذا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ “Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Hatta Yahudi, taşın arkasına saklanacak da, taş; Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”
4- Mevcut şartlar altında, özellikle de Müslümanlara karşı tarihin en korkunç katliamlarını yaptıkları ve Gazze’deki vahşetin hafızalardan silinmediği bir dönemde, Müslümanların Yahudi varlığı ile herhangi bir barış anlaşması yapması kesinlikle caiz değildir... Böyle bir barışın tek bir anlamı olabilir: Bu, Galibin Barışı olur ve yenilgiyi baştan kabullenmiş olan Müslümanlara kendi şartlarını dayatmasından başka bir anlama gelmez.
5- Şii İkili (Emel-Hizbullah) ve müttefiklerinin, hükümetin ‘silah tekelinin devlette olması’ kararına karşı, hükümetten çekilmek ya da milletvekillerini istifa ettirmek gibi somut siyasi adımlar atmak yerine, sürekli güç kullanma imasında bulunup sokağı bir baskı aracı olarak kullanmaları, asıl meselenin silahlar olmadığını göstermektedir. Gerçek amaç, gelecek dönemde iktidardan daha fazla pay kapmak için pazarlık masasına oturmaktır. İşte tüm Lübnan halkının bu noktada uyanık olması gerekir: 2005 yılından beri bıkkınlık verecek şekilde tekrarlanan bu siyasi sahnede, şu ya da bu partinin iktidar hırsıyla elde etmeye çalıştığı çıkarların kurbanı olmamalıdırlar.
6- Kendilerini “azınlık” olarak tanımlamayı kabul edenler, Müslümanlarla birlikte hareket etmeli, onların haklı davalarında yer almalı ve düşmanlarının tarafına geçmemelidir. Çünkü İslam, onları ‘azınlık’ olarak isimlendiren Batı’nın aksine, kendilerini İslam Devleti’nin vatandaşları kabul ederek onurlandırmıştır. Müslümanların sahip olduğu haklara sahiptirler, Müslümanların tabi olduğu yükümlülüklere onlar da tabidirler... Bilsinler ki, eğer ille de karşı safta yer almayı seçerlerse, ümmete karşı destek istedikleri tarafla aynı hükme tabi olacaklardır.
Son olarak, Lübnan’daki Müslümanları gaspçı Yahudi varlığını kalıcı hale getirmeyi, ümmetin elinde kalan son gücü yok etmeyi ve Nübüvvet metodu üzere Hilafet Devleti ile Allah’ın hükmünü uygulama yolunuzu tıkamayı hedefleyen her türlü komployu reddetmeye çağırıyoruz... Ayrıca şundan kesin olarak emin olmaları gerekir ki içinde bulunduğumuz bu acı dolu durumu kökünden çözecek tek şey, Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’in kurulmasıdır. Hilafet, hem tüm Müslüman ülkelerini tek bir bayrak altında birleştirecek hem de bu topraklardan işgal altında olanları özgürlüğüne kavuşturacaktır... İşte bu yüzden sizleri, Hilafeti kurmak için bizimle birlikte çalışmaya çağırıyoruz! Hilafet tüm silahları ‘La ilahe illallah’ bayrağı altında toplayacak ve ‘Onlara karşı elinizden gelen her türlü gücü hazırlayın’ ayetini rehber edinecektir. Hilafet, mutlaka ama mutlaka kurulacaktır. Çünkü o, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi Sellem’in sahih hadisinde müjdelediği gibi, içinde yaşadığımız bu zorba ve baskıcı idareler döneminin ardından kurulacak son ve nihai yönetim biçimidir.
تكونُ النُّبُوَّةُ فيكم ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ خلافةٌ على مِنهاجِ النُّبُوَّةِ ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ مُلْكاً عاضّاً، فتكونُ ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فيكونُ ما شاء اللهُ أن يكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ خلافةً على مِنهاجِ نُبُوَّةٍ» ثم سكت“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Hanedanlık olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır.” Sonra sustu.”
Haydi öyleyse onun askerlerinden ve şehitlerinden olun; düşmanlarının piyonu olmayın!
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Lübnan Vilâyeti
H. 16 Safer 1446
M. Pazar, 10 Ağustos 2025