Pazar, 16 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İbrahimî Din, “Büyük İsrail” Projesine Bir Kılıf Mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

İbrahimî Din, “Büyük İsrail” Projesine Bir Kılıf Mı?

Batı'nın başkentlerinin birindeki kapalı bir odada, düzgün sakallı Müslüman bir şeyh, elinde İncil tutan Hıristiyan bir rahip ve bastonuna yaslanmış bir Yahudi haham yuvarlık bir masanın etrafında oturmuş, arkalarında ise net sınırları olmayan, sadece akan bir nehir ve açık bir gökyüzünün olduğu bir harita bulunuyordu.

Haham sakin ve kurnazca bir tavırla şöyle dedi: “İsrail'in Fırat'tan Nil'e kadar olan vaade geri dönme zamanı gelmiştir.”

Rahip, şeyhin omzuna hafifçe vurarak gülümsedi: “İbrahimî barış adına, üç din için bir cennet inşa edeceğiz. Bugünden sonra artık savaş olmayacak” dedi.

Şeyh avucuna baktı ve şöyle dedi: “Dünya tek olan Allah inancıyla imar edildiği sürece, öyle olsun...”

Dışarıda, haritalar sadece savaşlar tarafından değil, aksine tevil edilmiş kutsal metinlerle yeniden çiziliyordu; bu metinler ise, sadece ismen kutsallık taşıyan bir projeyi hayata geçirmek için kullanılırken, halklar ise asla hayal bile edemeyecekleri bir “rüyaya” doğru sürükleniyordu.

“Büyük İsrail projesine” yönelik bu dini kılıfı anlamamız, çağdaş çatışmanın doğasını anlamak için bir anahtardır.

Siyonist hareketin başlangıçlarına kısaca bir geri dönersek, Yahudiler arasında “Vaat edilen topraklar” fikrinin, efendimiz İbrahim Aleyhisselam ile bağlantılı olduğunu görürüz. Tıpkı Yaratılış Kitabı'nda şu şekilde geçtiği gibi: “Rabbin sözü İbrahim'e gelerek şöyle dedi: Mısır nehrinden büyük nehir Fırat nehrine kadar olan bu toprakları sana ve soyuna veriyorum.” Daha sonra bu fikir, nüfuzu genişletmek ve Orta Doğu ülkelerini parçalamak yoluyla bu vaadi gerçekleştirmek için çalışan bir siyasi projeye dönüşmüş olup bu proje, “ilahi” ahdi yerine getirmek için (“İsrail” devletinin kurulmasının Mesih'in ikinci gelişi için bir zemin hazırlayacağına ve Orta Doğu'daki Armageddon savaşının İsrail'in güçlü bir konumda olmasını gerektirdiğine inanan) Hristiyan Siyonizm’i tarafından da desteklenmiştir.

Bakış işte bugün bizler, İbrahimî dinin, bu projeye yönelik iç veya bölgesel her türlü eleştirileri zayıflatmak amacıyla efendimiz İbrahim Aleyhisselam'ı bu topraklarla ilişkilendiren metinlerle bağlantılı yayılmacı bir projeyi meşrulaştırmak için ahlaki bir kılıf olarak kullanıldığı gibi aynı zamanda, Kudüs'ü Yahudi varlığının birleşik başkenti olarak merkezine alan birleştirici bir şemsiye altında, semavi dinlerin entegrasyonuna dayanan küresel barış söylemi olarak da kullanılmakta olup, bu da Kudüs'ün ilhakına ve Tapınak lehine Mescid-i Aksa'nın ortadan kaldırılması fikrinin kabulüne zemin hazırlayacak, yani Netanyahu'nun tüm konuşmalarında işaret ettiği gibi, dini ve ekonomik merkezi Yahudi varlığı olan yeni bir Orta Doğu oluşturacaktır.

Bugün bizler, kimlikleri yok eden ve Yahudi varlığıyla normalleşme yoluyla barış için zemin hazırlayan yeni bir İbrahimî dinle karşı karşıyayız; bizim için canlı örnek, bugün Trump'ın Arap ülkelerini imzalamaya çağırdığı İbrahim Anlaşmalarının imzalanmasının ardından "İbrahimî Aile Evinin" kurulduğu Birleşik Arap Emirlikleri’dir.

Bu dinin, kurbanlarını nasıl cezbettiğini bu makalede açıklamak mümkün olmayacaktır; ancak kayda değerdir ki bu cezbetme, bir yandan müfredatı ve dini söylemi değiştirmek, diğer yandan da siyasal İslam konusunda korku aşılamak yoluyla değerler ambalajlanıp mefhumlar manipüle edilerek aşamalı olarak yapılmaktadır ki böylece kurbanlar, dinlerinden herhangi bir şey kaybettiklerini hissetmesinler… Gerçek şu ki onlar, bu konuda en önemli kısmı terk etmişlerdir! Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللَّهِ الْإِسْلَامُAllah katında hak din İslam’dır.” [Al-i İmran 19] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِيناً فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَKim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Al-i İmran85]

Sözde İbrahimî dinin tehlikesi, sadece din kisvesi altında siyasi bir söylem olmasında değil, aksine hoşgörü ve açıklık adına ümmeti reddetme ve direnme araçlarından soyutlayan yumuşak manevi bir dil ile sömürgeciliği yeniden üretme gücünde yatmaktadır.

Dolayısıyla bu, sadece mefhumları çarpıtmakla yetinmemekte, aynı zamanda bilinci yavaş yavaş yeniden şekillendirerek normalleşmeyi bir kader, feragat etmeyi bir erdem ve işgali de kutsallığın bir ortağı haline getirmektedir; böylece çatışma, varoluş savaşından fikir ayrılığına, ümmetin davasından dinler arası diyaloğa dönüşecektir. Bu ise halkların karşı karşıya kalacağı en tehlikeli şeydir; zira halklar hak ölçüsünden koparılıp onun yerine barış sloganı altında “uluslararası konsensüs” mantığı getirilecektir.

Bugünkü savaş, bir din ve kimlik savaşıdır; ancak onlar, bizim dinimizin bir mührü, tahrif edilemez bir kitabı, unutulmaz bir peygamberi ve Allahtan başkasına boyun eğmeyen bir ümmeti olduğundan ya gafiller ya da görmezden geliyorlar; her ne kadar ümmet fırtınalar nedeniyle eğilmiş olsa da ancak ümmet asla ölmeyecek ve silinemeyecek olup dahası onun erimeyecek, taviz vermeyecek ve gerçeği vehimlerle takas etmeyecek İslami bir projesi vardır; çünkü bu proje, Allah katındandır. Dolayısıyla bu İslami proje geri döndüğünde, “evrensel kabul” veya “yapay hoşgörü” kılıfıyla değil, aksine adalet terazisi, hakkın sesi ve “لا إله إلا الله محمد رسول الله” bayrağıyla geri dönecektir.

Onlar istedikleri gibi planlar yapsınlar; zira onların tuzakları yok olup gidecektir; şüphesiz Allah'ın şu vaadi haktır: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ Müminlere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Moskova'daki Bir Yetkili, Metroda Namaz Kılmanın Caiz Olmadığına Dair Fetva Verdi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Moskova'daki Bir Yetkili, Metroda Namaz Kılmanın Caiz Olmadığına Dair Fetva Verdi!

Haber:

Kommersant gazetesi 03/11/2025 tarihli sayısında, toplu taşıma araçlarındaki şoförlerin çalışma sırasında ve aynı şekilde araçtaki yolcuların namaz kılmasının kabul edilemez olduğunu bildirdi.Bu, Sivil Toplum ve İnsan Haklarının Geliştirilmesi Başkanlık Konseyi Başkanı Valery Fadeev'in RBC kanalına yaptığı açıklamada geldi.Fadeev, "kirli metro zeminine namaz için seccade serildiğinde" ve "ibadet gösterişli ve kışkırtıcı bir şekilde yapıldığında" bunun, "İslam'ın gerçek öğretileriyle" uyuşmadığını düşünüyor. Ve şöyle dedi: “Bu bir kışkırtıcılıktır.” Ve bunun, siyasi bir arka planının olduğunu düşündüğü eklemesinde de bulundu.

Yorum:

Bu yetkilinin İslam karşıtı bir açıklama yapması ilk kez olmuyor.Ancak bu kez daha da ileri giderek, kamusal alanda namaz kılmanın İslam'a uygun olup olmadığını tartışmaya başlamış ve bunun “kışkırtıcılıktan” başka bir şey olmadığı, aksine siyasi bir arka planının olduğu “sonucuna” varmıştır!

Fadeyev, Rusya'nın başkentinde namaz için ayrılan yerler konusunda ciddi bir eksiklik olduğundan ve çok dinli bir ülkede insanların dini haklarına saygı gösterilmesi gerektiğinden bahsetmiyor; ayrıca sözde İnsan Hakları Konseyi başkanından işitilmesi mantıklı olan hoşgörü çağrısında da bulunmuyor.Aksine o, Rus otoritesinin özünü ortaya koyuyor ve Müslümanlara neyi yapmalarının caiz olup olmadığını dikte etmek istiyor.

Ancak böyle bir politikanın, Müslümanların artan dindarlığını, özellikle de namazlarını vaktinde kılma konusundaki kararlılıklarını ortadan kaldırması imkansızdır; bilakis bu politika, Allahu Teala’nın şu kavlini teyit etmektedir: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ali Ebu Eyyub

Devamını oku...

Sömürgeciye Hizmet Eden Bir Çatışmada İddia Edilen Bağımsızlık ve Yağmalanan Servetler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sömürgeciye Hizmet Eden Bir Çatışmada İddia Edilen Bağımsızlık ve Yağmalanan Servetler!

Haber:

Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, Bağımsızlık Günü'nün 58. yıl dönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada, ülkesindeki bundan sonraki aşamanın özelliklerini resmederek, "Güvenli ve istikrarlı bir Yemen’in her zamankinden daha yakın" olduğunu vurguladı. (Şarkul Avsat, 30/11/2025)

Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mareşal Mehdi El-Meşhat, 30 Kasım Bağımsızlık Günü'nün 58. yıl dönümü dolayısıyla bugün akşam saat 20:00'de önemli bir konuşma yaptı. (Es-Sevra Net, 29/11/2025)

Yorum:

İngiltere'nin 30 Kasım'da Yemen'den çekilmesi, sömürgeci nüfuz araçlarında resmi bir değişiklikten ibaretti, varlığının gerçek anlamda sona ermesi değildi. Askeri olarak ayrılanlar, siyasi, entelektüel ve ekonomik olarak, İngiltere'nin gözetiminde yetişen ve daha sonra iktidarı ele geçirerek İngiltere'nin planlarını uygulamaya koyan ajanlar ve elitler aracılığıyla ülkede kalmaya devam ettiler.

Nitekim 1967'deki fedakarlıklar gerçek bir kurtuluşla sonuçlanmamış, aksine sömürgeci kafirlere sadık laik rejimler, askeri üsler, servetleri yağmalayan şirketler ve “kalkınma ve barış” adına hain antlaşmalar üretmiştir. Zira İngiltere, desteklediği ve eğittiği yerel adamlar aracılığıyla kendine sağlam bir nüfuz oluşturmuş, daha sonra iktidarı onlara devrederek çıkarlarına hizmet etmeye devam etmelerini sağlamıştır. Dolayısıyla onun şirketleri ve egemenlik kararları elçilikler aracılığıyla yönetilmeye devam etmiş ve anlaşmalar kisvesi altında servetler yağmalanmıştır. Gerçeklik de bunu teyit etmektedir; zira Aden hâlâ uluslararası vesayet, siyasi bölünme ve Amerika ile İngiltere arasındaki nüfuz mücadelesi altında acı çekmeye devam etmektedir; bugün Yemen'deki kanlı çatışmada gördüğümüz şey, gerçekte eski güç olan İngiltere ile bir dayanak noktası arayan yükselen güç Amerika arasında, bölgesel rejimler, yerel milisler ve pusulasını kaybetmiş partiler gibi araçlarını kullanarak yürütülen bir nüfuz çatışması olup kurbanlar ise Yemen halkıdır.

Gerçek bağımsızlık bir askerin gitmesiyle değil, sömürgeci kâfirin nüfuzunun tamamen ortadan kaldırılmasının yanı sıra onun sisteminin, fikirlerinin ve kültürünün de ortadan kaldırılması ve Müslümanları, uluslararası kuruluşlara veya "birlikte yaşama" veya "dini çoğulculuk" sloganlarıyla ambalajlanmış sömürge planlarına değil, Rablerinin şeriatına tabi kılacak halis İslami yönetimin kurulmasıyla olur.

Sahip olduğu petrol zenginliklerine, stratejik limanlarına, geniş tarım alanlarına ve muazzam insan enerjilerine rağmen Yemen’in bugün yaşamış olduğu ekonomik durgunluk, propagandası yapılan "bağımsızlık ve şanlı devrimler" sloganlarının sahte olduğunu ortaya koymaktadır.Böyle bir ülkenin, sözde kurtuluş günleri kutlamaları yapılırken, yoksulluk, işsizlik ve çöküş içinde boğulması, sömürgecilik trajedisinin yerel araçlarla tekrarlanmasından başka bir şey değildir.

Yemen'de büyük güçler arasındaki çatışma görünür bir hale gelmiştir; zira Amerika ve İngiltere, bölgesel ve yerel araçlar yoluyla birbiriyle çatışırken, halkın kanı akıtılıyor, aç bırakılıyor ve yerinden ediliyor. Ne yazık ki partizanlık, mezhepçilik ve kabilecilik kisvesi altında ve partilerin yanlış yönlendirmeleri sayesinde ümmet projesinden sapmış ve dünyevi çıkarlar uğruna dinlerini satan alimler ise, iyi bir şey yaptıklarını zannederek sömürgecilerin hizmetkârları haline gelmişlerdir.

30Kasım ve diğer tarihlerde kutlanan şey, İngiliz askerinin kapıdan çıkıp rejiminin pencereden girdiği siyasi bir aldatmacanın yıldönümünden başka bir şey değildir.Bu kargaşadan kurtulmanın tek yolu, İslam'a dayalı bir kalkınma projesidir; zira bu proje, ümmeti Raşidi Hilafet altında yeniden birleştirecek, sömürgecilerin elini kesecek, servetleri sahiplerine geri verecek ve tağutların kanunuyla değil, Allah'ın şeriatıyla yönetecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Trump'ın Ahmed Şara ve Bin Selman'ı Karşılaması Arasında Kapitalist Pragmatizm Gerçek Yüzünü Ortaya Koyuyor

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump'ın Ahmed Şara ve Bin Selman'ı Karşılaması Arasında
Kapitalist Pragmatizm Gerçek Yüzünü Ortaya Koyuyor

Dünyadaki gerçek yerini bilmek isteyen bir ümmetin, çok fazla analizlere ve çok fazla aydınlatmaya ihtiyacı yoktur. Zira onun, çocuklarının karar sahibi başkentlerde nasıl karşılandıklarına ve büyük güçlerin kapılarında durduklarında liderleriyle nasıl muamele edildiğine bakması yeterlidir. ABD Başkanı Donald Trump'ın Ahmed Şara'yı ve Suudi Veliaht Prensi'ni karşılaması konusunda en son yaşananlar, sadece siyasi bir ayrıntı değil, aksine bağımlılık-tabilik durumunu özetleyen ve ümmetin bilincini sarsan bir tablodur.

- Şara, aşağılanma hissettirecek bir şekilde karşılandığında

İnsanlar Ahmed Şara'nın Washington'da nasıl karşılandığını ve bu sahnenin herhangi bir ortaklık veya prestij belirtisi içermediğini izlediler; zira yüksek protokol, statüye saygı, saygı ifade eden bir dil görmedik. Aksine, bu karşılama daha çok bir çağrıya benziyordu ve bu adamın saygın bir şahsiyet değil, bir uzantı olduğunu, kendisine verilenler dışında karar verme yetkisi olmadığını ve Beyaz Saray'daki varlığının önceden hazırlanmış Amerikan mesajlarını iletmek için resmi bir formalite olduğu izlenimini veriyordu.

Burada Allahu Teala’nın şu kavlini hatırlatalım: لَا يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلّاً وَلَا ذِمَّةًBir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma.” [Tevbe 10] Yani onlar, anlaşmaya uymazlar, hakkı gözetmezler ve kendisine yaslanacakları bir gücü olmadığı sürece bir mümine değer vermezler demektir.

- Bin Selman, bedeli ödenmiş bir şekilde karşılandığında

Öte yandan dünya, Suudi Veliaht Prensi'ne, görkemli bir karşılamanın, mükellef bir ikramın ve abartılı bir protokolün olduğu tamamen farklı bir şekilde karşılandığını gördü.

Ama apaçık gerçek şu ki bu karşılama, onun güçlü ve bağımsız bir lider olmasından ya da bir medeniyet projesini temsil etmesinden dolayı değil, aksine onun milyarlarca Dolar ödeyen ve Amerikan silah şirketlerinin kasalarına para pompalayan büyük bir müşteri olmasından dolayıdır.

Yani bu, bedeli ödenmiş bir saygı, karar alma gücüne değil fatura üzerine inşa edilmiş bir prestij ve ilkelerle değil rakamlarla ortaya çıkarılmış bir statüdür. Washington'u yöneten kapitalist pragmatizmin özü işte budur: Çıkar olmadığı sürece ittifak kurmaz, para olmadığı sürece de takdir etmez.

İzzet ve onur konusunda İslam şeriatı

Bu tür sahneler kaşımıza çıktığında, Allahu Teala'nın iman ehli için belirlediği şerî dengeyi yeniden tesis etmemiz gerekir: وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَHâlbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerindir.” [Münafikun 8] Bu izzet, Washington veya Moskova'nın bir hediyesi değil, sabit bir haktır ve hiçbir gücün tanıklığını beklemez. Rabbimiz Azze ve Celle, müminlerin gerçek özelliklerini belirtirken şöyle buyurmuştur: أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَMüminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar.” [Maide 54]

Peki bugün dengeler nasıl altüst oldu? Bazı yöneticilerimiz, nasıl halklarına karşı onurlu ve zorlu ve büyük güçlere karşı da alçak gönüllü (şefkatli) bir hale geldiler? Nasıl orada tavizler veriyorlar da burada zorba olabiliyorlar?

İstiflah (egemenliğin) maksadı, hadari kanundur

Kur’an, Allah’ın iktidar ve istihlaf (egemenlik) konusundaki sünnetini belirtmiştir; zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Bu vaat, sadece okunan bir ayet değildir, aksine bir kanundur: Ümmet, inanç, amel, adalet ve bağımsız karar alma gibi temel unsurlarına sahip olmadıkça hak ettiği konumunu alamaz. Bu unsurlar kaybolursa, onlarla birlikte iktidar da kaybolur ve yönetici, maiyeti ne kadar büyük olursa olsun, başkalarının eline bağımlı biri haline gelir.

Bakın işte Kur'an, iktidarı-gücü salih amelle, egemenliği de değerlerle ilişkilendirmiştir: الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَOnlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar.” [Hac 41] Yani Allah'tan gelen iktidar bedava bir armağan değildir, aksine, adalete ve başkasına değil sadece Allah’a ibadet etmeye dayalı kimliğin doğal bir sonucudur demektir.

- Büyük halifelerle kıyaslandığında kim kimi ortaya çıkarıyor?

Raşid Halifeler ve onlardan sonra gelen büyük liderler, heybetlerini dışarından ödünç almamışlardır. Doğu ve batının tanımasını beklememişlerdir. Dolayısıyla onların heybetleri, Medine'de, Bağdat'ta, Şam'da ve Kurtuba'da ortaya çıkmış... Sonra da dünya onları izinsiz öğrenmiştir. Heyetler onlara, korkuyla ya da isteyerek, yani diplomatik gülümsemelerle değil, aksine gerçek güce, adaletin gücüne, ilkelerin gücüne ve egemen karar alma gücüne duydukları saygıyla gelmişlerdir.

Bugüne gelince; bazı Arap yöneticilerinin büyük güçlerin karşısında, ellerinde sadece çek defterleriyle durduklarını ve dosyalarında da sadece onay talebi taşıdıklarını görüyoruz.

Bir şehre girdiklerinde oradaki halkın korkuya kapıldığı, ama konuştuklarında ise dünyanın onlara kulak verdiği kişiler nerede biz neredeyiz?

Bizler öfkeliyiz; çünkü bu sahneler daha derin bir durumu ortaya koyuyor: Yani izzetin kaybolmuş halini, karar alma gücünün kaybolduğunu ve egemenlik konusunda Allah’ın sünnetlerinden uzaklaşıldığını ortaya koyuyor.

Milletler arasındaki konumunu isteyen ümmet, Trump, Biden veya herhangi bir başkan tarafından ayağa kaldırılmayacaktır; aksine eğer yolunu takip ederse Allah Subhanehu onu ayağa kaldıracak, eğer iktidar şartlarına geri dönerse ona iktidar verecek ve eğer kimliğini yeniden kazanırsa ona ihtişamını geri verecektir.

Ama sadece bir başkasının rızasını isteyen bir millet, ne kadar para öderse ödesin ve ne kadar ihtişamlı giyinirse giyinsin, onun ayakları altında yaşayacaktır!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Edib Abdullah – Irak

Devamını oku...

Özgürlük Savunucuları Konuştukça, Demokrasinin Başarısızlığını ve Yalanını Ortaya Çıkarıyorlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Özgürlük Savunucuları Konuştukça, Demokrasinin Başarısızlığını ve Yalanını Ortaya Çıkarıyorlar!

Haber:

Trump, Salı günü Temsilci İlhan Omar ve Somalilileri kaba bir ifadeyle tanımlamış Minnesota'daki Somalililerin "hiçbir katkıda bulunmadığını" söylemiş, ABD'nin bir "dönüm noktasından" geçtiği eklemesinde bulunmuş ve şöyle devam etmiştir: “Şu veya bu yoldan gidebiliriz, ama ülkemize çöp sokmaya devam edersek yanlış yola gireceğiz. Onları ülkemizde istemiyoruz; ülkelerine dönsünler ve işleri düzeltsinler.” (CNN)

Yorum:

Özgürlük savunucuları konuştukça, demokrasinin başarısızlığını ve yalanını ortaya çıkarıyorlar; zira Trump'ın özgürlüğü, onun bir halk olarak Somalilere ve gerek konumuna, gerekse zorla değil de seçimle gelen Amerika'daki Kongre üyesine saldırmasına yol açmıştır. Yani konuştuğunda, kendi gördüğü şeyleri insanlara göstermek isteyen kibirli bir kâfirin diliyle konuşuyor ve kadın hakları ve özgürlükleri için çağrıda bulunanların kendileri olduğunu ya unutuyorlar ya da unutmuş gibi yapıyorlar. 

Trump burada kendi gerçeğini ortaya koyduğu gibi kokuşmuş kapitalizmin gerçeğini de gözler önüne seriyor. Dolayısıyla Trump, amaçlarını gerçekleştirinceye kadar ırkçılık, tiranlık, otoriterlik, kontrol, zorbalık ve silah gücünü ortaya koymaktadır. Onu, bunun dışında gören bir kimsenin, hem gözleri hem de basireti kördür. Bakın işte sırf Somali kökenli Müslüman olduğu için bir Kongre üyesi onun saldırısından kurtulamamıştır. Müslümanlar olarak bizler, kendi ülkemizde bile onun nazarında hedeflerini gerçekleştirmesinin önünde bir engel teşkil ederken, hala ona güvenebilir miyiz?

Şöyle buyuran Allah Subhanehu ve Teala doğru söyledi: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُGerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Suzan el-Mücerrat – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Gazze Savaşı ve Dünyada Artan Zulüm, İngilizleri İslam’ı Kabul Etmeye Sevk Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze Savaşı ve Dünyada Artan Zulüm, İngilizleri İslam’ı Kabul Etmeye Sevk Ediyor!

Haber:

Bir rapor, dünya savaşlarının, özellikle de “İsrail'in” Gazze'ye yönelik savaşının, İngilizleri İslam'a geçmeye teşvik ettiğini gösteriyor İngiliz gazetesi The Telegraph'a göre, İngiltere merkezli İnancın Yaşam Üzerindeki Etkisi Enstitüsü'ndeki (IIFL) araştırmacılar, küresel çatışmanın İslam'a geçmenin en yaygın dürtüsü olarak görüyorlar; araştırmacılar bunun, "Yahudi varlığı ile Gazze arasında devam eden çatışma ortamında İslam'a geçmenin oranlarının arttığına dair yaygın raporları" desteklediğini söylediler.

Enstitü, dini inançlarında değişikliğe tanık olan 2.774 kişiyle bir anket yapmış ve anket, dürtülerin ve sonuçların dinin farklılığına göre büyük farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. İslam’a geçenler açısından; küresel çatışma %20 ve ruh sağlığı %18 olmak üzere İslam’a geçmelerine katkıda bulunduğu dile getirilen en büyük hayati olaylar olmuştur.

Raporda, İslam'a olan ilginin Müslüman toplumları etkileyen çatışmalarla bağlantılı olduğu yönündeki medya önerilerinin ağırlık taşıdığına dikkat çekilirken, İslam'a geçenlerin, İslam'a yönelik iman yolculukları sırasında ortaya çıkan çağdaş küresel çatışmalar ve zalim algılara tanık olmaları olduğu eklemesinde bulunmuştur. Ve şunu eklemiştir: “Bu yaklaşım, 2023 sonu ve 2024 yılları boyunca Yahudi varlığı ile Gazze arasındaki son savaşın ardından İslam'a geçme vakalarında önemli bir artış olduğunu gösteren medya raporlarıyla desteklenebilir; dünyayı "giderek daha zalim" olarak nitelendiren ve medya hakkında şüphelerini dile getiren küçük yaştaki dönüşümlerdeki yüksek oran, İslam'a yönelik daha ahlaki ve adil bir yönelimi büyük bir şekilde güçlendirebilir.” (El Yevm7)

Yorum:

Gazze'ye yönelik vahşi soykırım savaşı, Batılı ülkelerde İslam'a geçme oranlarının artmasına yol açmıştır. Zira Gazze halkının sabrı ve metanetini, Allah'ın kazasına teslim olmalarını, başlarına gelenlerden ve kaybettikleri aile, ev ve mallar için Allah'a hamd etmelerini ve en değerli ve kıymetli olan her şeyi Allah yolunda feda etmelerini görmelerinin ardından, birçoklarını Kur'an okumaya, İslam'ı öğrenmeye ve İslam'a girmeye sevk etmiştir; çünkü azimli, güçlü, sabırlı ve karşılığını sadece Allah’tan bekleyen bu şahsiyetleri ortaya çıkaran İslam’dır. Öte yandan ülkelerindeki medya kuruluşlarının, Filistin'deki çatışmanın gerçekliği hakkında yayınladıkları ve İslam’ın ve Müslümanların imajını çarpıtarak onları terörist ve aşırılıkçı olarak nitelendirdiği propagandanın yalan olduğunu da ortaya çıkarmışlardır; sıkıntıdan bir iyilik çıkaran Allah, hey şeyden münezzehtir.

Dünyadaki, özellikle de Müslüman ülkelerdeki yaşanan savaşlar ve çatışmalar,kapitalist ideolojinin ve onu benimseyen sömürgeci devletlerin hakikatini ortaya çıkardığı gibi tüm dünyanın onun ağırlığı altında yaşadığı zulüm ve sıkıntının boyutunu da ortaya çıkarmıştır. Bunun yanı sıra başta Amerika olmak üzere bu ülkelerin, masumların kanları, ülkelerinin yıkılıp harap olması ve ülkelerinden tehcir edilmeleri pahasına bile olsa maddi değerlere ve elde ettikleri kârlara değer verdiklerini de ortaya çıkarmıştır. Bu ülkeler, yöneticilerinin kibri, gururu ve konuşmalarındaki küçümseyici tavırları bir yana çıkarlarına ulaşmak için her türlü yöntem ve yaklaşımı kullanmaktan çekinmiyorlar. Bunun en açık örneği Trump'tır; zira o, sanki bütün dünya kendi mülkü ve halklar da onun kölesiymiş gibi davranıyor. Dolayısıyla bu ülkeler ve onların kapitalist fikirleri, dünyaya korku, yıkım, sefalet ve zulümden başka bir şey getirmemiştir; zira raporda da görüldüğü gibi, İngiltere ve diğer Batı ülkelerindeki birçok kişiyi İslam'a geçmeye sevk eden şey de işte budur; çünkü onlar İslam'da, kapitalizmde kaybettikleri adalet ve güvenliği bulmuşlardır.

İslam'ı fiilen uygulayan ve hayrı, adaleti, emniyeti ve onurlu bir yaşamı yayan bir devletin yokluğunun gölgesinde eğer durum böyleyse, o halde bu devletin, yani “Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin” varlığından sonra durumumuz nasıl olur acaba? İşte o zaman insanlar bölük bölük Allah'ın dinine girecekler ve dünyanın kapitalizmin ateşi ve sömürgecilerin ihtiraslarıyla kasıp kavrulmasının ardından İslam'ın nuru ve adaletiyle aydınlanacaktır. Allah’tan bizi, Allah’ın izniyle çok yakında o günün şahitlerinden olmamızı temenni ediyoruz. 

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ * وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا * فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا Allah’ın yardım ve zaferi geldiği ve  insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbine hamd ile tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O, tevbeleri çokça kabul edendir.” [Nasr 1-2-3]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Munasıra

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER