Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Büyük Mısır Müzesi’nde Kur’an Okumak: Allah’ı Anmak Suç, Batıl Serbest!

Mısır Büyük Müzesi içinde Firavun hakkındaki ayetleri okuyan bir gencin gözaltına alınması, geniş yankı uyandırdı. Resmî din kurumlarına mensup bazı kimselerin çıkıp gencin bu davranışı kınamaları ve bunu “Kur’an’a karşı edepsizlik” ve “tehlikeli bir ima” olarak nitelemeleri, tartışmanın fitili daha da alevlendirdi! Basit gibi görünen bu olay, aslında günümüz toplumunu yöneten düşünce ve değerler sisteminin ne kadar çürümüş olduğunu apaçık gösteriyor. Bu hadise, seküler rejimlerin, insanları yargılarken nasıl bir çifte standart uyguladığını da ifşa ediyor.

Aslında bu müzedeki olaydan önce, Mısır’daki mevcut seküler sistem, diniyle, inancıyla ve köklü İslam tarihiyle gurur duyan bu Müslüman ülkeyi kimliğinden dönüştürme projesine başlamıştı. Bunu, bazen kokuşmuş Arapçılık safsatasıyla, bazen çürümüş vatanseverlik yalanıyla, bazen de o müşrik Firavun putperestliği ile yaptı. Bütün bunlar, bu topraklara, bu halka ve onların sarsılmaz akidesine, tarihine ve İslami duruşuna karşı açılmış topyekûn bir savaştır! Bu nedenle, rejimin borazanlarının, müzedeki o genci Kur’an okuduğu için kınaması hiç de şaşırtıcı değildir. Zira onlar zaten Kuran’a savaş açmış durumdalar, ayetlerini silmenin ve Firavun döneminin şirk unsurlarını parlatmanın gayreti içerisindeler.

Kur’an okumak çok büyük bir ibadettir. Bir Müslüman, onu nerede ve ne zaman okursa okusun, bu ibadeti için sevap kazanır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ“O hâlde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20] Allah, Kur’an okumayı belli bir yerle veya belli bir zamanla sınırlamamıştır. Evde, yolda, çarşıda, iş yerinde, kısacası Allah’ı anmanın yasak olmadığı temiz olan her yerde Kur’an okumak caizdir. Hatta, insanların genellikle gaflet içinde olduğu yerlerde Allah’ı anmanın çok büyük bir fazileti vardır. Hal böyleyken, İslami açıdan herhangi bir şirk unsuru barındırmayan, maddi veya manevi bir pislik içermeyen ve içinde aleni bir günahın işlenmediği bir mekân olan müzede Kur’an okunması nasıl kınanabilir?

O ayetleri okumanın ‘edepsizlik’ ya da ‘tehlikeli bir mesaj’ olduğunu söylemek, en hafif tabiriyle hem dini açıdan hem de mantıki açıdan saçmalıktır. Kur’an bir hidayet rehberidir; Allah onu, insanlar her zaman ve her mekânda okusunlar ve üzerinde derinlemesine düşünsünler diye indirmiştir. Hiç kimsenin Kur’an okumayı engellemeye veya bu eylemi sadece camilerle ya da resmi törenlerle sınırlandırmaya hakkı yoktur. Hatta müzede olduğu gibi bu okuma, vaktiyle zorbalık yapmış kralların tarihinin sergilendiği bir mekânda Allah’ın ayetlerini hatırlatmak anlamına gelir. Bu, Kur’an’ın öğüt verme ve ibret alma amacına tamamen uygun, dinen meşru bir hatırlatmadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لأُولِي الألْبَابِ“Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.” [Yusuf 111] Şimdi sormak lazım, ibret almak haram mı, Allah’ı anmak şüpheli bir davranış mı, Kur’an okumak ise sakıncalı bir eylem mi? Öyle mi?

İşin daha da acı tarafı, müzede Kur’an okuyan genci kınayanlar, aynı yerde konserler verildiğinde, danslar edildiğinde, heykeller sergilendiğinde veya içi boş sözlerle dolu şarkılar söylendiğinde neden susuyorlar? O zaman biri çıkıp neden ‘bu, tarihe saygısızlık!’ veya ‘Mirasa hakaret!’ demedi ya da diyemedi? Ama Allah’ın ayetlerini duyduklarında, hemen rahatsız oluyorlar, göğüsleri daralıyor, ayetleri okuyan kişiyi siyasi göndermeler yapmak ve art niyetli olmakla suçluyorlar! Bu durum, sorunun tilavet eyleminde değil, zihinlerin Kur’an’a yönelik tutumunda yattığını gösteriyor. Sekülerliğe alışmış kalpler, dinin kamusal alandaki varlığına, ancak resmi izin ve devletin yönlendirmesiyle olduğu sürece tahammül edebilmektedir.

Dillerinden düşürmedikleri kişisel özgürlük ise, Müslüman dinine bağlılık gösterdiği bir anda buhar olup gitmektedir. Eğer o genç orada durup şarkı söyleseydi, gitar çalsaydı veya uygarlık adına fotoğraf çekseydi, kimsenin gıkı çıkmazdı. Hatta sanatsal ifade deyip alkışlarlardı. Ancak Kur’an okuması, onlara göre mekânın kutsiyetine bir tecavüz olarak addedildi! Aynı mekânda zikrin yasaklanıp, boş eğlencenin serbest bırakılmasından daha büyük bir çelişki ne olabilir?! İşte günümüz çürümüş sistemlerinin gerçek yüzünü ifşa eden o çifte standart tam olarak da budur. Bu seküler sistemlere göre insanın, Yüce Allah’a teslimiyetini göstermesi dışında dilediği her şeyi yapması makbuldür.

Ayrıca, müzeyi ‘şirk yuvası’ olarak nitelendirmek ya da orada Firavun kıssasını okumanın ‘saygısızlık’ olduğunu iddia etmek, zorlama bir yorumdan ibarettir. Müze bir tapınak değildir, kimse orada puta tapmaz. Orası sadece tarihi bir sergi yeridir. Burası bir Müslümanın tarihteki zorbaların ve tağutların sonunu hatırlamasına engel bir yer değildir. Allah’ın yaratılıştaki kanunlarını ve akıbetleri hatırlatmak bir saygısızlık değil, tam aksine ilahi tebliğin bir parçasıdır. Çünkü Allah, Kur’an kıssalarını sadece camilere veya derslere has kılmamış, tüm insanlar için bir ibret kılmıştır. Hatta müzede yapılan bu okuma, Firavun tarihini ve kalıntılarını yüceltenlere ve kutsayanlara bir cevap niteliğindedir. Bu okuma onlara, geçmişteki zorbaların nasıl boğulduğunu, mülkün ve egemenliğin tek sahibinin, ortağı olmayan Allah olduğunu hatırlatmaktadır.

Tarihe baktığımızda Selef’in Kur’an okumayı belirli yerlerle sınırladığına dair hiçbir bilgi yoktur. Tam aksine onlar, savaş meydanlarında, yolculukta ve çarşı-pazarda, kısacası her durumda Kur’an okurlardı. İbn Mesud RadıyAllahu Anh şöyle demiştir: “Kur’ân ehli olan birinin, gece insanlar uyurken uyanık olması; gündüz halk yiyip içerken oruç tutması; onlar gülüp eğlenirlerken vakarlı olması; başkaları kibirlenirken tevazu sahibi olması gerekir.” Bir mekânın kutsallığı kendinden gelmez; o mekân ancak içinde Allah’ın anılmasıyla kutsallık kazanır. Müze gibi dinen hiçbir sakıncası olmayan mubah bir yerde Kur’an okumayı yasaklayanlar, hiçbir dini delile dayanmadan meşru bir ibadeti yasaklamış sayılırlar. Bu, insanın yetkisinde olmayan bir alanda keyfi bir hüküm vermek anlamına gelir.

Bu olay, münferit bir olay değil; tam aksine, dini sadece cami köşelerine ve ritüellere hapsetmek isteyen bir zihniyet ile İslam’ı hayatın her alanında yaşanan bir hayat sistemi olarak gören bir zihniyet arasındaki mücadelenin bir yansımasıdır. Bugün müzede Firavun kıssasının okunmasını kınayanlar, aslında medeniyet ve dini tarafsızlık bahanesiyle toplumsal hayatı Şeriatın hükümlerinden arındırmayı savunanların ta kendileridir. Böylece, hevanın otoritesi, Allah’ın otoritesi yerine konulmakta; özgürlükler batıla hizmet ettiğinde kutsanmakta, hakikati dile getirdiğinde ise bastırılmaktadır.

Dinini her yerde göstermesi ve gücü yettiğince insanlara Rablerinin sözlerini hatırlatması Müslümanın hakkıdır ve hatta görevidir. Kur’an, hayattan koparılacak veya resmî törenlere hapsedilecek bir ‘müze eseri’ değildir! O, Allah’ın kullarına yol gösteren bir Nur’dur. Kim ki Kur’an ayetlerini duymaktan rahatsız oluyor, göğsü daralıyorsa, bilsin ki sorun okuyanda değil, kendi kalbindedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَإِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَحْدَهُ اشْمَأَزَّتْ قُلُوبُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ“Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” [Zümer 45]

Bu yüzden aslında olması gereken, o mekânda Kur’an okuyan kişiyi tutuklamak değil, onurlandırmaktır! Ve böyle bir yasağı meşrulaştıranlar değil, Allah’ı anmayı engelleyenler kınanmalıdır! Çünkü bir Müslüman, Kur’an okuma âdâbına uyduğu sürece Allah’ın kitabını dilediği yerde okuyabilir. Edep veya hassasiyet bahaneleriyle Kur’an’ı kamusal alandan silmeye çalışanlar, aslında edebi falan değil, İslam, cami duvarlarını aşıp hayata karıştığı anda kuduran sekülerizmi savunmaktadırlar!

Sonuç olarak, zorbalar, İslam ümmetine sahte bir kimlik biçmeye ve onu inancından ve uygarlığından koparmaya ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, Allah’ın kanunlarını değiştiremezler ve Allah’ın, egemenliğin mümin kullarına ait olacağı yönündeki vaadini engelleyemezler. Onlar istemese de, kalpleri kahrından yansa da, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet yakında kurulacaktır. Allah’tan bizleri o Hilafet’in askerlerinden ve tanıklarından eylemesini niyaz ediyoruz.

إِنَّ الْأَرْضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ“Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç sakınanlarındır.” [Araf 128]

Devamını oku...

Kırgızistan Milli Güvenlik Komitesi, Batken Bölgesindeki Davet Taşıyıcılarına Karşı Maskeli Bir Gövde Gösterisi Düzenledi

Kırgızistan Milli Güvenlik Komitesi, Batken bölgesindeki davet taşıyıcılarına karşı maskeli bir gövde gösterisi düzenledi. Komite, operasyonda 12 Müslümanın ‘aşırılık’ suçlamasıyla gözaltına alındığını ve ‘aşırılık yanlısı bir örgüt kurmak ve finanse etmekle’ suçlandıklarını duyurdu.

Gelen bilgilere göre, İslam’ı öğrenen ve onu insanlara tebliğ eden davet taşıyıcılarının evlerinde, dini kitaplar, telefonlar ve dizüstü bilgisayarlar dışında hiçbir kanıta rastlanmadığı tespit edildi. Gözaltı işlemi sırasında güvenlik güçleri, davet taşıyıcılarına karşı insanlık onuruna yakışmayan bir muamelede bulunmuş ve onlara karşı maskeli bir şov düzenlemiştir.

Batken’de halk, daha önce aşırılık iddiasıyla gözaltına alınan altı gencin serbest bırakılması talebiyle gösteri düzenlemişti. Protestocular, gözaltına alınan gençlerin pandemi döneminde ve sınır olayları sırasında halkın derdiyle dertlendiklerini ve ihtiyaç sahibi ailelere sürekli yardım ulaştırdıklarını vurguladılar. Göstericiler ayrıca, ‘aşırılık’ suçlamalarının tamamen haksız olduğunu ve güvenlik güçlerinin bu asılsız iddialarla onları suçlu gibi göstermeye çalıştığını belirttiler.

Güvenlik birimleri, daha önce Bişkek’te, Issık-Göl ve Narin vilayetlerinde de benzer yasa dışı operasyonlar düzenlemişti. Oralardaki gözaltılar sırasında da adam kaçırma, gözaltı merkezlerinde elektrik verme ve ailelere baskı kurma gibi çeşitli hukuk dışı uygulamalar kullanıldığı biliniyor.

Ülkeyi yönetmedeki başarısızlıklarını örtbas etmek ve halkın dikkatini siyasi ve ekonomik bunalımdan farklı bir alana çekmek için Kırgızistan’ın önceki cumhurbaşkanları da “aşırılık ve terörle mücadele” sopasını kullanmışlardır. Örneğin, 2014 yılında Atambayev, halka hiçbir fayda getirmeyen Avrasya Ekonomik Birliği’ne girmeden hemen önce, Rusya’nın baskısıyla aynı yöntemi kullanmış ve o dönem Müslüman kadınlara yönelik bir tutuklama kampanyası başlatmıştı. Atambayev’den iktidarı devralan Ceenbekov da, yine Rusya’nın baskısıyla ve uluslararası kuruluşlardan yardım alabilmek adına, kadınlar da dahil olmak üzere İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş yürütmüştü.

Önceki hükümetlerin acı sonundan ders almamış görünen Caparov hükümeti de aynı yolda ilerleyerek, davet taşıyıcılarına karşı savaş yürütmektedir.

Caparov, iktidara gelmeden önce enerji krizini çözeceğine ve Kırgızistan’ı beş yıl içinde borç alan değil, borç veren bir ülke yapacağına dair söz vermişti. Ancak verilen sözler çabuk unutulmuş; fiyatlar fahiş seviyelere yükselmiş, halkın yaşam standardı düşmüş ve işsizlik artmıştır. Buna rağmen, yetkililer bu sorunları çözmek yerine “aşırıcılık” bahanesiyle İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş yürütmektedirler.

Yönetimin, İslami davet faaliyeti yürüten gençlere yönelik bu son zulüm dalgasının zamanlaması tesadüf değildir. Zira kış mevsiminin yaklaşması, elektrik kesintilerinin artması, sıradan vatandaşlara karneyle elektrik verilmesi, buna karşın büyük miktarda enerji tüketen maden ocaklarına kesintisiz elektrik sağlanması gibi durumların tümü, halkın yönetime yönelik öfkesini artırmıştır. Bütün bunlara ek olarak Çin uyruklu kişilerin ülke içinde gerçekleştirdiği yasa dışı ihlallere karşı toplumda artan bir hoşnutsuzluk da söz konusudur. Ayrıca yaklaşan parlamento seçimleri de yetkilileri ilave tedbirler almaya zorluyor.

Nitekim Cumhurbaşkanı Sadır Caparov’un Facebook sayfasında yazdıkları da bunu gösteriyor. Caparov, “Darbeye izin vermeyeceğiz, bundan sonra darbeyi sadece rüyalarınızda görürsünüz” demiş ve güvenlik birimlerinin eskiye göre çok daha güçlü olduğunu söyleyerek halka gözdağı vermeye çalışmıştır.

Bütün bu gelişmeler ışığında, İslam üzerindeki baskıyı artıran ve Müslümanlara zulmedenleri, Allah’ın şu azametli sözüyle uyarıyoruz:

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللَّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ“O [Yakup], “Ben, içimi kemiren kederimi ve derin hüznümü sadece Allah’a arz ederim ve Allah katından, sizin bilmediklerinizi biliyorum” dedi.” [Yusuf 86]

Ey değerli Müslümanlar! Size tekrar tekrar çağrıda bulunuyoruz: Bu asılsız suçlamalarla yargılanan Müslüman kardeşlerinizin mahkeme duruşmalarına katılın veya yargılananların akrabalarıyla konuşun. O zaman, bu kişilerin kim olduğunu anlayacak ve güvenlik aygıtlarının zulmüne kendi gözlerinizle şahit olacaksınız.

Güvenlik görevlileri ise sadece emirleri uyguladıklarını ve gözaltına alınanlardan hiçbir kötülük görmediklerini söylüyorlar. Madem öyle, o halde bu zulmün emrini kim veriyor? O gelip geçici makam koltuğu, Allah’ın vaat ettiği dünya ve ahiret nimetlerinden daha mı tatlı geldi onlara? Tarih boyunca Allah’a, O’nun dinine ve Müslümanlara karşı çıkan her yönetici, mutlaka helak olup gitmiştir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim 42]

Devamını oku...

İslam Düşmanlarının Yuvası Paris’te Konuşan Abbas, Filistin Yönetimi’nin, Amerika ve Yahudilerin Filistin Davasını Tasfiye Etme, Filistin Halkını ve Çocuklarını İslam ve İslam Ümmetinden Koparma Politikasını Hayata Geçirme Konusunda Oynadığı Mücrim R

İslam Düşmanlarının Yuvası Paris’te Konuşan Abbas, Filistin Yönetimi’nin, Amerika ve Yahudilerin Filistin Davasını Tasfiye Etme, Filistin Halkını ve Çocuklarını İslam ve İslam Ümmetinden Koparma Politikasını Hayata Geçirme Konusunda Oynadığı Mücrim Role Vurgu Yaptı

Abbas ve Macron’un 11 Kasım 2025 Salı günü Paris’te gerçekleştirdiği ve “Filistin devleti anayasasını hazırlamak için ortak bir komisyon kurulacağını” (El Cezire Mubaşir) duyurduğu görüşme, tam bir acziyet göstergesidir. Abbas, tıpkı Allah’ı bırakıp Batılıları Rab edinen diğer bölge rejimleri gibi, yine Batı’dan medet umuyor. Yönünü Paris’e çevirmiş, efendilerinden ‘kâğıt üzerindeki’ devleti için anayasa yazmalarını dileniyor. Hangi devletten bahsediyor? Yahudi varlığının izni olmadan ne içine girebildiği ne de dışına çıkabildiği bir devletten mi? Sözde idari başkenti Ramallah’ı Yahudi varlığının postallarının baskınlarından koruyamayan; güvenlik güçleri Yahudi varlığının askerlerini görünce kaçacak delik arayan bir devletten mi? Yahudi yerleşimciler Batı Şeria’yı kasıp kavuruyor, camileri ateşe veriyor, tarlaları, ağaçları, hayvanları yok ediyor. Peki, Abbas’ın ‘devleti’ ve o ‘kahraman’ güvenlik aygıtları ne yapıyor? Halkın canını ve malını korumak için tek bir adım atmadan, olan biteni korkakça uzaktan sadece izliyor.

Ne yazık ki Abbas bununla yetinmedi. Daha önce Cenin, Tulkarem ve Tubas’ta olduğu gibi Filistin halkını katletmek için kullanılan silahlar dışında Gazze’deki mücahitlerin silahsızlandırılmasını ve silahtan arındırılmış bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etti. Dahası esir ve şehit ailelerinin maaşlarını kesmeyi ve Yahudi varlığının güvenliğini tehdit eden herkesin peşine düşmeyi taahhüt etti. Bütün bu zillet ve boyun eğiş, Trump ve Batı’nın dayatmalarına uymaktan ve Filistin topraklarını gasp eden Yahudi varlığının güvenliğini sağlamaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Abbas, tüm bu suçlara ek olarak, “Filistin Yönetimi’nin eğitim müfredatını UNESCO’nun standartlarına uyacak şekilde geliştirmeye devam ettiğini” (El Cezire Mubaşir) vurguladı. Peki neymiş bu UNESCO’nun standartları? Bunlar İslam’ın standartları mı, yoksa İslam düşmanlarının mı?

UNESCO’nun standartları, Filistinli çocukların ruhundan İslami değerleri söküp almakta ve yerine yozlaşmayı, inkârcılığı, ateizmi, zinayı ve cinsel sapkınlığı koymaktadır. Bu standartlar, Filistinli erkekleri ‘adam’ olmaktan çıkarmayı; kadınlarımızı ve kızlarımızı iffet ve hayâdan uzak, Batılı bir yaşam tarzına sürüklemeyi amaçlamaktadır. Bu standartlar, İslam’ın onurunu (izzetini) ayaklar altına alıp yerine zilleti koymayı, cihat, daveti yüklenme ve hakkı söyleme kültürünü yok edip; yerine taviz verme ve aşağılanmayı kabullenme kültürünü getirmeyi hedeflemektedir.

Dahası, mesele sadece İslam düşmanlarını memnun etmek için müfredatı değiştirmekle de kalmıyor. Yönetim, ‘Toplumsal Cinsiyet’ (Gender) kültürünü, cinsel sapkınlıkları, Batılı özgürlükleri, aileyi çökerten yasaları ve çocukların ebeveynlerine isyan etmesini teşvik eden ne kadar şüpheli yapı varsa hepsine okulların kapılarını ardına kadar açtı. Tıpkı Hz. Süleyman’ın asasını içten içe kemirip fark ettirmeden çürüten kurtçuklar gibi, bu yapılar da çocuklarımızı içten içe çürütmektedir. Sonunda o asa devrildiğinde (o çocuklarımız yere yığıldığında), geriye sadece dinin ruhunu, yani ‘İslam’ı’ kaybetmiş, yaşayan ölü bedenler kalacaktır.

Bu suçla eş zamanlı olarak Filistin Yönetimi, eğitim sistemine de ağır bir darbe daha vurdu. Öğretmenlerin maaşlarını keserek, öğrencilerin okullara devamlılığını fiilen bitirerek sistemi çökertti. Artık okullarda haftanın yarısı kadar bile eğitim ve düzenli ders yapılamıyor. Tüm bunlar, ““İsrail” paraları kesti, para yok’ bahanesinin arkasına sığınarak yürütülen; nesilleri bilinçli olarak cahilleştirme, Batılılaştırma ve tahrip etme planının bir parçasıdır.

Abbas ve hempaları, önce ülkeyi peşkeş çektiler ve Filistin’e karşı ihanet komploları kurdular. Şimdi ise ülke ve halkı, Filistin halkının düşmanlarına teslim etmenin peşindeler. Hatta gözlerini o kadar karartmışlar ki, dilediğini yapması için çocuklarımızı kâfirin insafına terk etmek istiyorlar! Bu, öyle korkunç bir kötülük ve öyle büyük bir felakettir ki, tüm Filistin halkının bu ihaneti reddetmek için tek yürek halinde ayağa kalkması elzemdir.

İslam ümmeti, Yahudilere ve onların soydaşları gibi davranan Filistin Yönetimi’ne sessiz kaldığı sürece Filistinli çocukların ve Gazze’nin dökülen kanların vebaline ortak olacaktır! Elinde orduları harekete geçirecek gücü olup da bunu yapmayanların vebali ise iki kat daha büyük olacaktır. Bu vebalden kurtulmanın tek yolu; bu toprakları özgürleştirmek, Filistin Yönetimi’ni de Yahudi varlığıyla birlikte tarihten silip atmak ve Filistin’i, tıpkı Ömer’in fethettiği ve Selahaddin’in özgürleştirdiği gibi, İslam diyarının kalbi olan Şam bölgesinin ayrılmaz bir parçası olarak aslına döndürmektir.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ“İşte o gün, inananlar, Allah’ın yardımına sevineceklerdir.” [Rum 4]

Devamını oku...

Uluslararası “Terörle” Mücadele Koalisyonuna Katılmak, Devrimin İlkelerinden Sapmak ve Tehlikeli Bir Şekilde Uçuruma Doğru Yuvarlanmak Anlamına Gelir

Suriye Enformasyon Bakanı Hamza Mustafa, “Suriye’nin yakın dönemde DEAŞ’ı yenilgiye uğratmak için kurulan uluslararası koalisyonla siyasi iş birliği deklarasyonunu imzaladığını” ve “Suriye’nin terörle mücadelede bir ortak olduğunu” açıkladı. Bakan, “Başkan Trump’ın, Suriye’nin gösterdiği dönüşümü takdir ettiğini ve (İsrail) ile yapılması muhtemel bir güvenlik anlaşmasını desteklediğini” de sözlerine ekledi. Trump da, Beyaz Saray’da Suriye Geçiş Dönemi Başkanı Ahmed el-Şara ile yaptığı görüşmenin ardından gazetecilere, “El Şara’ ile tam bir uyum içinde olduğunu ve görevini başarıyla yerine getireceğine inandığını” söyledi. Geçen cuma günü ABD Dışişleri Bakanlığı da “yeni Suriye liderliğinin davranışlarında kayda değer bir ilerleme” olduğunu ifade ederek memnuniyetini dile getirdi.

ABD’nin Suriye Temsilcisi Tom Barrack da Başkan Ahmed El Şara’nın ABD’ye yapacağı ziyareti sırasında, Suriye’yi ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun bir parçası yapacak bir ortaklık belgesi imzalayacağını duyurmuştu. Barrack, Trump’ın el-Şara ile görüşmesi hakkında şu değerlendirmede bulundu: “Suriye eskiden sorunun kaynağıydı, bugün ise bizim için temel bir ortak haline geldi...Suriye hükümeti artık DAEŞ’le ve ‘terörle’ mücadelede ortağımızdır... Terörün kaynağı olan Suriye, bugün terörle mücadelede ortaktır.” ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı da şunları söyledi: “Suriye, İran rejiminin vekili olan bir devletten, artık bizimle terörle mücadelede işbirliği yapan bir devlete dönüştü.”

Orta Doğu Enstitüsü (MEI) tarafından yayınlanan bir raporda ise, Kamu Güvenliği Müdürlüğü’nden bir kaynağa dayandırılarak, ‘Şam ile Koalisyon liderliği arasındaki son koordinasyonun birçok operasyonel anlaşmayı kapsadığı’ belirtildi. Bu anlaşmanın en önem maddeleri şunlar: “İçişleri Bakanlığı istihbarat birimi ile Uluslararası Koalisyon operasyon odaları arasındaki bilgi paylaşımı, daha kurumsal ve kalıcı güvenlik işbirliği kanallarının kurulmasına zemin hazırlayacaktır”

Oysa iki milyon şehide mal olan Suriye Devrimi’nin en temel ilkelerinden biri, Batı’nın hegemonyasından kurtulmak ve yabancı nüfuzunu sona erdirmekti. Ne var ki, eski rejim devrilir devrilmez, geçiş yönetimi için ABD ve Batı ile işbirliği yapmak, birdenbire güvenlik, barış ve ekonomik ilerlemenin yegâne kaynağı haline geldi! Hatta Medya da bu plana alet etmiş durumda. Sürekli kapitalist ekonomiyi pompalamakta, İslam’ın bu konudaki kurallarını, hükümlerini ve şartlarını özellikle de İslam’ın kâfir devletlerle, özellikle de harbi devletlerle ilişkilere dair hükümlerini tamamen görmezden gelmektedir. Bu devletlerin başında da, silahları Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de ve Yemen’de kanımızla ıslanmış olan Amerika bulunmaktadır. Amerika, Suriye’de bile 14 yıl boyunca Şam Devrimi’ni boğmak ve halkı cellat rejimin kucağına geri itmek için devrik rejime her türlü yaşam desteğini sağlamıştır.

Ayrıca, ülkenin bu içler acısı ekonomik durumunu Batı’nın onayına ve yaptırımların kaldırılmasına bağlamak, halkı aldatmaktır ve abesle iştigaldir. Halkın zihnini o ebedi Kur’anî gerçekten, yani sefaletin ve mutsuzluğun asıl sebebinin, Allah’ın Şeriatının yönetimden, hayattan ve devletten uzaklaştırılması olduğu gerçeğinden saptırmaktır. Allah Subhânehu ve Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ * وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَىٰ“Eğer tarafımdan size bir yol gösterici gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker. Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” [Taha 123-124]

İşin daha da acı tarafı, bu tehlikeli savruluşun, maslahat celp etmek ve mefsedeti def etmek bahanesiyle siyasi, ekonomik, güvenlik kazanımları sağlayacağı iddiasıyla meşrulaştırılmasıdır. Bu, dinimizin temellerini ve dış politika ilkelerini tamamen yanlış anlamaktır.

İnsanın aklı almıyor! Düne kadar ‘İslam’a savaş açan Haçlı ittifakı’ dedikleri o Uluslararası Koalisyon, bugün nasıl oldu da ‘terörle mücadelede ortağımız’ haline geldi? Oysa küfrün önde gelenlerinin, terörle mücadele ile İslam’la ve İslam’ın devlet yönetimine geri dönmesiyle mücadele etmeyi kastettikleri çok iyi biliniyor. İktidara gelenlerin taşıdığı velâ ve berâ kavramları ve sloganları nerede kaldı?! Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu buyruğunu işitmediler mi?

قالَ عَسى رَبُّكم أنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكم ويَسْتَخْلِفَكم في الأرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ “Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar.” [Âraf 129] Yoksa bu sloganlar, artık unutulmuş olan bir hedefe ulaşmak için sadece bir basamak mıydı?

Allah Subhânehu ve Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

مَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَاللهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ“(Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” [Bakara 105]

Şimdi biz, küfrün başı olan, İslam’a karşı savaşın öncülüğünü yapan Amerika’ya, Trump’a ve Batı’ya mı inanalım? Yoksa bizi o zor günlerde yardımıyla Şam’a kadar muzaffer kılan Tek ve Kahhâr olan Allah’a mı inanalım?

Peki Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözleri nerede kaldı?

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” [Bakara 120]

Tüm Batı ülkeleri, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması konusunu, apaçık belli şartlara bağlamıştır. Bu şartların en başında da yeni yönetimin ‘aşırılık ve terörle mücadele’ konusunda Batı ile işbirliği yapması yer almaktadır. Bu mesele, İslam ümmetinin basiret ve feraset sahipleri için apaçık bir meseledir.

Amerika’nın bu “Haçlı” ittifakına açıkça katılmak, büyük bir tuzak ve tam bir felakettir. Bu uğursuzluk sadece bu yönetimin değil, bu ihaneti onaylayan, bu zillete susan ve (doğuracağı) felaketleri görmezden gelen herkesin yakasına yapışacaktır! Bu ihanetin ilk sonucu, İslam’ı sadece camiye hapsetmeyen, Suriyeli veya muhacirler olsun onu bir hayat sistemi olarak benimseyenlerin tek tek avlanması olacaktır! DAEŞ’ ise bu ihaneti halka yutturmak için kullandıkları koca bir bahanedir! Bu teslimiyetin faturası bununla da bitmeyecektir, siyasi ve ekonomik olarak Amerika’ya tamamen bağımlı hale gelinecek; güvenlik servislerinin ‘Amerikan çıkarlarına’ göre yeniden dizayn edilmesi gibi en mahrem iç işlerimize bile karışılacaktır. Çünkü Amerikalılar bizim güvenlik güçlerimizi, kendi pis planları için kullanacakları içerideki maşaları ve casusları yapmak istemektedirler!

Bugün bizler Şam topraklarında kritik bir yol ayrımındayız: Ya dinimize, Rabbimizin rehberliğine ve Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yoluna geri dönecek ve Allah’ın razı olmadığı her şeyi reddettiğimizi ilan edeceğiz. Ya da bir seraptan ibaret olan Amerika’nın rızasının peşinde koşarak Allah’ın gazabını üzerimize çekecek ve Şam toprağını sulayan o muazzam fedakârlıkların ve tertemiz kanların heder olmasına sebep olacağız! Peki, Şam’daki Müslümanlar bu iki yoldan hangisini seçmeli? Şam Devrimi’nin evlatlarına ve bu uğurda fedakârlık yapanlara yakışan, verdikleri söze sadık kalarak dinlerinin ve devrimlerinin temel ilkelerine bağlılıklarını ilan etmeleridir. Bu ilkelerin başında ise, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini ve şu sözünü gerçekleştirmek için İslam Devleti aracılığıyla İslam’ı hâkim kılmak gelmektedir:

أَلَا إِنَّ عُقْرَ دَارِ الْمُؤْمِنِينَ الشَّامُ“Dikkat edin, müminlerin yurdu Şam’dır” Ağlamanın ya da sızlanmanın hiçbir fayda etmeyeceği bir zamanda hep birlikte pişman olmadan önce harekete geçin. Yardımına sığındığımız tek merci Allah’tır. Güç ve kudret yalnızca Yüce ve Azim olan Allah’ın elindedir!

Devamını oku...

Amerika, Bölgedeki Suç Merkezlerine Bir Yenisini Ekleyerek Şam’da Yeni Bir Askeri Üs Kuruyor

Reuters, 6 Kasım 2025 tarihli haberinde, aralarında Batılı yetkililer ve Suriyeli bir savunma yetkilisinin de bulunduğu altı kaynağa dayanarak, ABD’nin, Başkan Donald Trump yönetiminin denetlediği yeni bir plan kapsamında, Şam’da veya yakınlarındaki bir hava üssünde askeri bir varlık kurmaya hazırlandığını duyurdu. Kaynaklara göre, bu askeri varlığın amacı, şu anda ABD arabuluculuğunda Suriye ile Yahudi varlığı arasında müzakere edilen kapsamlı bir güvenlik anlaşmasının uygulanmasını denetlemeye ve kolaylaştırmaya yardımcı olmaktır.

Bu adım, önceki devrik rejimin yıkılmasından bu yana alınan en tehlikeli kararlardan biri olup, hem devrimin temel ilkeleri hem de ülke halkının güvenliği ve çıkarları için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu sadece egemenliğimizi ayaklar altına almak değil, aynı zamanda bu devrim halkının yaptığı fedakârlıklara karşı da affedilemez bir saygısızlıktır! Peki müzakereci taraflar böyle bir kararı almaya, imzalamaya veya kabullenmeye nasıl cesaret edebildiler?! Topraklarımızı, Amerikalıların suçlarına, pisliklerine ve bize yönelik gizli nefretlerine nasıl açabilirler?!

Kaldı ki üssün amacının bu şekilde açıklanması dahi, ‘güvenlik anlaşmaları’ kisvesi altında normalleşme sürecine hız verildiğinin açık bir itirafıdır. Bütün bunlar, tam da Trump’ın her fırsatta ‘daha birçok ülkenin Abraham Anlaşmaları’na katılacağını’ söylediği bir zamanda gerçekleşmektedir. Trump Suudi Arabistan’da Ahmed eş Şara ile yaptığı görüşmede, onu ‘Abraham Anlaşmaları’ aracılığıyla ‘normalleşenler’ kervanına katılmaya davet etmişti!

Bölge, İslam topraklarında bir salgın gibi yayılan Amerikan üsleri gerçeğiyle yüz yüzedir. Bu üsler hiçbir zaman istikrar kaynağı olmamış, tam aksine Müslümanlara devam eden saldırıların, katliamların, parçalanmalarının ve zulümlerinin birer merkezi haline gelmişlerdir. Bu üsler, Afganistan’dan Irak’a, Libya’dan Sudan’a ve hatta Suriye’ye kadar sayısız yerde Müslümanların kanıyla lekelenmiş karanlık bir tarihe sahiptir. Bu üslerin olduğu her yerde yalnızca yıkım, sömürgeci zulüm, cinayet ve katliam görülmektedir.

Açıkça söyleyin, bu kararı almaya nasıl cesaret edebildiniz?! Yabancı hegemonya ve müdahaleyi reddetme çağrısında bulunan devrimin temel ilkelerini unuttunuz mu? 19 Ekim 2012 tarihinde gerçekleşen ‘Ey Amerika, kanımıza doymadın mı?’ Cuması, devrim halkının hak ile batılı birbirinden ayıran en net ve en kararlı siyasi duruşlardan biri değil miydi?

‘Gözetim’ bahanesiyle Amerikan askeri varlığını dayatma girişimi, devrim ilkelerine ihanettir ve bu, plana onay veren ya da yolunu açan herkesin alnına sürülen kara bir lekedir.

Ey Devrim halkı ve devrimin sarsılmaz kalesi! Ey Amerika’nın maşası olan o cani rejime karşı ayaklananlar! Ey devrik rejimin gerçek destekçisi Amerika’yı ifşa edici sloganlar atanlar! Bu karara açıkça meydan okuyarak deyin ki Bu üs, öyle iddia edildiği gibi sözde “bir gözetleme tesisi’ değildir, aksine büyük bir tehlikenin ve felaketin habercisidir. Amacı, topraklarımızda cani Amerikan nüfuzunu yerleştirmek ve Yahudileri üzerimizde söz sahibi yapmaktır. Ayrıca devletin prestijini ve egemenliğini zayıflatmaktır. Böylece devlet, kâğıt üzerinde birleşik ama fiiliyatta parçalanmış olarak kalacak, Amerika da Yahudi varlığıyla koordineli bir şekilde belki de gizliden gizliye fitne ve bölünme tohumları ekmeye devam edecektir.

En yüksek sesle deyin ki: Bu adım, Batı uşaklığını ve yabancı işgalini reddetme çağrısında bulunan devrimin tüm temel ilkelerine düpedüz ihanettir!

Şimdi, bu devrim uğruna canını feda edenlere ve Amerika’nın onayıyla kanı dökülen Müslümanlara birazcık saygısı olan, içinde hâlâ özgürlük ateşi yanan her devrimciye düşen tek bir görev vardır: Topraklarımızda, özellikle de Amerikalıların, kalıcı bir üs kurmalarını engellemek için tek yürek olmaktır! Çünkü böyle bir varlık, yurdumuzda yeni bir hegemonyanın, katliamın ve yıkımın merkezi olacaktır. Yabancı devletlerin topraklarımızdaki nüfuzu kesinlikle kabul edilebilir değildir!

Bu ihaneti herhangi bir bahaneyle meşrulaştırmaya çalışmak, aslında büyük bir kötülüğü ve iğrenç bir suçu meşrulaştırmaktır. Sonu gelmeyecek utanç verici tavizler zincirinin ilk adımıdır. Bu felaketten, iyi bir şey yaptığını zanneden bile kurtulamayacaktır!

Şam’daki mevcut karar alıcılar şunu iyi bilmelidir ki, ABD’nin, BM’nin ve uluslararası toplumun rızasını almak bedelsiz değildir. Aksine, dinimizden, egemenliğimizden ve onurumuzdan büyük bir bedeli vardır. Kâfir Batı bu bedeli çoktan açıkladı: Bunun başında da ‘terörle mücadele’ koalisyonuna katılmak geliyor. Onların ‘terör’ dediği şeyin ne olduğunu biliyoruz: Siyasal İslam’la mücadeledir! İslam’la hükmeden ve bu davayı dünyaya taşıyan bir devletin tekrar hayata dönmesine çağrıda bulunanlar ile mücadeledir! Onların asıl korktuğu, odaklandığı ve teyakkuzda olduğu konu işte budur. Onlar bu gerçeğin tamamen farkındalar. O halde bizler neden bu tehlikeleri fark edip, davranışlarımızı bu bariz siyasi ve itikadi gerçeklere göre belirlemiyoruz! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [Hud 113]

وَلَوْلَا أَن ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدتَّ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئاً قَلِيلاً * إِذاً لَّأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيراً“Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.” [İsra 74-75]

Devamını oku...

Demokratik Kapitalizm, Dokunulduğunda Kötü Kokan Kokarca Böceği Gibidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Demokratik Kapitalizm, Dokunulduğunda Kötü Kokan Kokarca Böceği Gibidir!

Haber:

Yahudi varlığının başkanı İzak Herzog'un ofisi, cumhurbaşkanının, Amerikalı mevkidaşı Donald Trump'tan, yolsuzluk suçlamasıyla yargılanan Başbakan Netanyahu için af talebinde bulunan bir mektup aldığını söyledi.(El Cezire Net, 12/11/2025)

Yorum:

Batı'nın demokratik siyasetinin hakikatini ve çifte standartlarını açıkça ortaya koyan bir sahnede Trump, Yahudi varlığının cumhurbaşkanından açıkça suçlu Netanyahu hakkında af çıkarmasını talep ediyor. Bunu ise Netanyahu'nun mazlum ya da masum olduğu için değil, mali yolsuzlukla suçlandığı için yapıyor. Aynı zamanda, Gazze ve Batı Şeria halkına karşı işlediği insanlık suçlarına ve Amerika'nın doğrudan desteğiyle, dünyanın en büyük suçlusu olan onun emriyle dökülen çocukların, kadınların ve yaşlıların kanına tamamen göz yumuyor.

Bu pervasız tavır, çatışmanın hakikatini kavrayan ve Amerika'nın bir Haçlı lideri ve Yahudi varlığının ise Siyonist Yahudiliğin lideri olduğunu anlayanlar için hiç de sürpriz değildir; zira onların Müslümanlara bakışı, bariz bir düşmanlık bakışı olup Trump ve diğer Batılı liderler, Müslümanları sadece ezilmesi gereken düşmanlar olarak görüyorlar ve onlar her zaman silah, para, veto hakkı ve siyasi koruma ile Müslümanların topraklarını işgal eden ve onları öldüren kişinin yanında yer alıyorlar.

Ey İslam halkı: Sömürgeci kâfir Batı'nın övdüğü fikirleri, sistemleri ve hayata bakış açısıyla demokratik kapitalizm, dokunulduğunda kötü kokan kokarca böceği gibidir.   Trump ve onun dünyadaki yandaşları tarafından işlenen bu olaylar ve suçlardan sonra, daha büyük bir suç olabilir mi?!Tüm bunlardan sonra, Müslümanların herhangi birinin kalbinde, hala Trump ve onun peşinden gidenlerden bir umut var mı?!İslam beldelerindeki mevcut rejimlerin bu katile yakınlaşmak için koşuşturmaları utanç verici değil midir?!Kur'an, Allah'ın düşmanlarını dost edinenlerin ve onların rızasını arayanların halini Subhanehu'nun şu kavliyle açıklamıştır:فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَىٰ أَن تُصِيبَنَا دَائِرَةٌKalplerinde hastalık bulunanların “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün.” [Maide 52] Ancak sonuç kesindir: فَيُصْبِحُوا عَلَىٰ مَا أَسَرُّوا فِي أَنفُسِهِمْ نَادِمِينَOnlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.” [Maide 52]

Ey İslam ümmeti: Artık bu tiranları ortadan kaldırmanın, Batı'daki efendilerinin ellerini kesmenin, onların yerine yüce dinimizi yerleştirmenin ve yolsuzluk yapanları ve katilleri muhasebe edecek, mazlumlara yardım edecek, adalet ve nuruyla İslam risaletini dünyaya taşıyacak, Amerika ve yandaşlarının nüfuzunu kökten söküp atacak Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmanın zamanı gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Ürdün Kralı'nın İslamabad Ziyaretini Protesto Etmek İçin Sesinizi Yükseltin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ürdün Kralı'nın İslamabad Ziyaretini Protesto Etmek İçin Sesinizi Yükseltin!

Haber:

Pakistan Başbakanı Muhammed Şahbaz Şerif'in daveti üzerine, Yahudi devletinin birinci koyucusu Ürdün Kralı II. Abdullah bin Hüseyin, 15 ve 16 Kasım 2025 tarihlerinde Pakistan'a resmi bir ziyaret gerçekleştirecektir. (Pakistan Dışişleri Bakanlığı)

Yorum:

Bu kralın kim olduğunu tam olarak bilmeyenlere hatırlatmak adına; o, Gazze'de Müslümanları öldürmek için Yahudi varlığına hava köprüsü kurarak silah tedarik eden bir tirandır.

Daha sonra Yemen'deki Müslümanlar Yahudilerin gemilerine saldırdığında, Yahudilere erzak sağlamak için de bir kara köprüsü kurmuştur.

İran füze ve insansız hava aracı saldırıları başlattığında, Yahudi varlığının zarar görmesini önlemek için her türlü çabayı göstermiş ve Ürdün hava sahasını onların savaş uçaklarına açmıştır.

Bu kral, hainlerin soyundan gelen hain bir tirandır ve onun soyu Yahudi varlığının ilk savunma hattını temsil etmektedir.Eğer bu kral pişman olup tövbe eder ve Filistin'i kurtarmak için Pakistan silahlı kuvvetlerine hava sahasını ve kara sınırlarını açmayı teklif ederse, onu memnuniyetle karşılarız.

Ancak onun ihanetini, memnuniyetle karşılayıp destekleyecek olan sadece Pakistan'ın hain yöneticileridir; zira onlar da Gazze ve Mescid-i Aksa'ya en az onun kadar ihanet etmişlerdir.Bizlere gelince; bu yöneticilerden beri olmamız, ziyareti ve bize zarar vermek için paramızı harcayanları reddetmek için sesimizi yükseltmemiz gerekir. Şüphesiz Allah, sözlerimizin doğruluğuna ve cesur duruşumuzun kararlılığına şahittir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Fransa'daki Müslüman Neslin, EVARS Programından Dolayı Karşılaştığı Zorluklar!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Fransa'daki Müslüman Neslin, EVARS Programından Dolayı Karşılaştığı Zorluklar!

Fransa'daki tüm eğitim kurumları, 2025-2026 eğitim-öğretim yılından itibaren duygusal yaşam, ilişkiler ve cinsellik konusunda yeni okul eğitim programını uygulamaya başladılar! Nitekim proje, çocuklara ve gençlere erken yaşlardan itibaren İslam mefhumlarına tamamen aykırı olan Batılı mefhumları aşılamak için ciddi ve amansız bir çaba içerdiğinden dolayı Fransa'daki Müslümanların karşılaştığı zorluklar daha da artmış ve çocuklarını korumak ve onları Batı'nın pisliklerinden uzak tutmak konusundaki rolleri daha da zorlaşmıştır.

Program iki aşamalı olacaktır:

İlkokul aşaması: Cinsellik konuları bu aşamada ele alınmayacağından dolayı duygusal ve sosyal yaşamla ilgili eğitimin verilmesi.

Ortaokul ve lise aşaması: Duygusal, sosyal ve cinsel yaşam konusunda eğitimin verilmesi.

Program, eğitim yılları boyunca geliştirilecek üç ana eksene dayanacak. Aşağıdaki hususlara ulaşmak için her yıl için üç tema ayrılmıştır:

1- Kendini tanıma ve bedenle birlikte sakin bir şekilde büyüme.

2- Başkalarıyla tanışmak, saygılı ilişkiler kurmak ve toplumsal refahı sağlamak.

3- Toplumdaki yerini oluşturmak, özgürlüğün ve sorumluluğun tadını çıkarmak ve benzerleri gibi.

Programı derinlemesine inceleyen her bir Müslüman, programın hedeflerinde yatan büyük tehlikeyi fark edecektir; zira anaokulundan itibaren, bedenin özel mülkiyet olduğu, her bir kişinin bedeniyle istediği gibi davranmakta özgür olduğu ve ilişkilerin rıza ve karşılıklı anlaşmaya dayandığı mefhumunun aşılanmasına başlanacaktır... Başka bir deyişle, çocukları Batılı mefhumları benimsemeye sevk etmek ve bu mefhumlar pekiştirilip çocukları etkileyinceye kadar onları bu mefhumlar üzerinden yetiştirmeye çalışacaklardır; elbette burada kastettiğimiz, bedenle, kadın-erkek ilişkisiyle, eşcinselliğin normalleştirilmesi, trans bireylerin kabul görmesi ve tek aile modelinin reddedilmesiyle ilgili mefhumlardır...

Örneğin beden ve kendini tanıma (öz farkındalık) mefhumunu tasvir ederlerken, bedeniniz konusunda istediğiniz ve dilediğiniz gibi davranabilirsiniz mefhumlarını aşılamaya çalışacaklardır; bu da bedenin yalnızca Allah'ın mülkü olduğu şeklindeki İslam'ın mefhumuyla çelişmekte olup Allah Azze ve Celle, kendi nefsimizle ilişkilerimizi ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi düzenleyen şerî kurallar koymuştur.

Ayrıca üç yaşından itibaren çocuklara kendilerini ifade etmeyi ve cinsiyetlerini reddedip karşı cinse ait olduklarını hissettiklerinde duygularını ifade etmenin gerekliliğini de öğretmeye çalışacaklarını söylediler!

Aynı zamanda çocuklara, ilişkideki taraflar arasında karşılıklı rıza olduğu sürece, zina veya Lut kavminin yaptığı gibi bir eylem olsa bile sorun olmayacağını pekiştirmek için rıza mefhumu üzerinde çalışacaklarını da söylediler...

Örneğin program hakkında önerilen etkinliklerde okulların birindeki öğretmelerden biri, beş yaşındaki öğrencilerine, kendi vücudunda rahatlık hissetmeyen, etekleri seven ve kendini kız gibi hisseden küçük bir çocuk hakkında bir hikaye anlatmış, sonunda cesaretini toplayarak herkese onun kız olmak istediğini söylemiş ve öğretmen onlara, hikayeyle ilgili bir şarkı ezberlettirerek ve herkesi korkularını ve rahatsızlıklarını ifade etmeye davet ederek daha da ileri gitmiştir!!

Bu örnek ve diğer birçok örnek, Fransa'daki Müslümanların karşı karşıya olduğu tehlikenin ve zorlukların boyutunu yansıtmaktadır; zira Müslümanlar, uçurumdan uçuruma sürükleyen bir toplumun ortasında çocuklarına bu mefhumların yanlışlığını anlamalarını sağlamak için yoğun çaba sarf etmek zorunda kalırken, öte yandan da onlara İslami mefhumları aşılamaya çalışmaktadırlar.

Ortaokul ve lise aşamasını da unutmayalım. Bu aşamada, planlanan temalardaki durum daha kötü ve karmaşık bir hale gelecektir, çünkü gençlerle çok hassas konuları ele alacaklar, eşitlik, insan hakları, pornografi ve eşcinsellik mefhumlarını pekiştirmek için ciddi bir şekilde çalışacaklar ve eşcinsellerle normalleşmeye teşvik edeceklerdir...

Bu aşamanın hedeflerinde geçenlere göre, aşağıdaki hususlar üzerine çalışacaklardır:

  • Cinsellik ve sağlık, üreme, doğum kontrolü ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi hakkında bilgi aktarımı.
  • Öğrencilerin aydın ve sorumlu kararlar alabilmelerini sağlamak.
  • Ayrımcılıkla mücadele:Özellikle cinsiyet türü olmak üzere stereotipler (belirli birey türleri veya belli davranış biçimleri hakkında yaygın olarak benimsenen herhangi bir düşüncedir) konusunda bilinçlendirmek ve cinsiyetler arasında eşitlik ve saygıyı teşvik etmek.
  • Cinsel şiddet ve tacizin önlenmesi: rıza, saygı ve haklar mefhumlarının aşılanması.

• Hayali tutumların analizi yoluyla rızayı anlamak ve onu talep edip ifade etmek, reddi kabul etmek ve ona saygı duymak.

  • Eleştirel düşünmeyi geliştirmek ve önyargı ve stereotiplerle mücadele etmek.
  • Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitlik konusu hakkında bilinçlendirmek.
  • Hakları bilmek ve taciz ve cinsel şiddetle mücadele etmek.

Daha açık bir ifadeyle, ilkokul ve ortaokullarda cinsiyet ve cinsellik mefhumlarını, zinanın ve Lut kavminin eyleminin mubah olduğunu aşılamaya çalışacaklar, sadece cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı uyarıda bulunacaklar, eşitlik ve haklar mefhumlarını ve eşcinselliği reddetmenin bu yüzyıla yakışmayan geri kalmışlık olduğunu aşılamak için büyük çaba sarf edecekleri gibi bu kritik yaştaki gençlere, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkiyi, hayasız bir üslupla, dahası onları hayvanlar seviyesine indirgeyen bir üslupla sunacaklardır!

Tüm bunlardan dolayı, Fransa'daki Müslümanların bu programın uygulanmasına devam edilmesinin yol açacağı fikri felaketlerin ve çocuklarını korumak ve bu yanlış mefhumların etkisinden uzak tutmak için üstlendikleri hayati rolün farkında olup bilinçli olmaları gerekir! Ayrıca onların, omuzlarındaki sorumluluğun boyutunu ve değerli çocuklarına karşı görevleriyle ilgili olarak Allah'ın huzurunda hesap vereceklerini bilmeleri gerekir. Bu yüzden onları takip etmek, onları yetiştirmek, onlara küçük yaşlardan itibaren saf ve gerçek İslami mefhumları aşılamak, onların zihinlerine hitap etmek ve çocukların duygularını harekete geçirerek Batı'nın yaşam mefhumlarının yozlaşmışlığını ve onların yol açtığı sosyal felaketleri açıklamak için çok büyük çaba sarfetmeleri gerekir.

Ebeveynler bu önemli rolü yerine getirmezlerse, maalesef çocuklarını kayba, başıboş dolaşmaya ve dinlerinden uzaklaşmaya maruz bırakmış olacaklardır; böylece Batı da yeni nesil Müslümanları asimile etme, kimliklerini ortadan kaldırma ve Batı toplumlarına entegre etme hedeflerine ulaşmış olacaktır.

Aman ha çok dikkatli olun ey Fransa'daki ebeveynler; çünkü aile, aile fertlerini koruyan ve tuzak kuranların tuzağını boşa çıkaran ilk ve en güçlü bir kaledir!!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER