Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Görüşme Aşamasından Eylem Aşamasına Ne Zaman Geçeceksiniz?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Görüşme Aşamasından Eylem Aşamasına Ne Zaman Geçeceksiniz?!

Haber:

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati Çarşamba akşamı başkent Ankara'da Türk mevkidaşı Hakan Fidan ile düzenlediği basın toplantısında, başta ikili ilişkiler ve Gazze ile Sudan'daki durum olmak üzere bir dizi konuyu ele aldılar.Gazze'deki durumla ilgili olarak Mısır Dışişleri Bakanı, Türk mevkidaşı ile Gazze Şeridi'nde kurulması planlanan uluslararası istikrar gücü hakkındaki ABD karar tasarısı üzerine New York'ta devam eden müzakereleri görüştüğünü söyledi.

Sudan'daki gelişmelerle ilgili olarak Bedr Abdulati, Fidan ile Sudan krizine yönelik yeni gelişmeleri görüştüğünü belirterek, savaşı sona erdirme ve Sudan'ı bölme planlarını reddetme konusunda iki taraf arasında “konsensüs ve mutabakat” olduğuna dikkat çekti. Ve şu eklemede bulundu: “Sudan'da ateşkesin gerekliliği, siyasi çözümün önceliği, Sudan'ın birliği ve toprak bütünlüğünün korunmasının büyük önemi ve ülkeyi bölme planlarının tamamen reddedilmesi konusunda mutabık kaldık ve fikir birliğine vardık.” (TRT Arabic)

Yorum:

En büyük iki Müslüman ülkenin dışişleri bakanları, Gazze'de kurulması planlanan uluslararası istikrar gücüyle ilgili Amerikan karar tasarısı hakkında New York'ta devam eden müzakereleri görüşmek üzere bir araya geliyor, toplantıda savaşın durdurulması ve Sudan'ın bölünmesine yönelik her türlü planın reddedilmesi konusunda mutabık olduklarını açıklıyorlar!

Peki Mısır ne yaptı? Türkiye, Gazze ve Sudan'da akan kanın dökülmesini durdurmak için ne yaptı? Türkiye ve Mısır cumhurbaşkanları, Gazze ve Sudan'daki soykırım suçlarını önlemek için ne yaptı? Bu iki ülkenin orduları ne yaptı?

En azından seyirci olarak bir kenarda durdukları söylenebilir; Gazze ve Sudan'a karşı kurulan komplolara katılmamış olsalar da, ancak Trump'ın parmak işaretlerini takip etmekten başka bir şey yapmadılar; zira her iki ülkedeki rejimler, karşı olduklarını iddia ettikleri Amerikan planının Gazze'de uygulanmasına ve Sudan'ın bölünmesine katılmak için harekete geçtiler!

Mısır ve Türkiye, uluslararası politikada etkili bir süper güç oluşturabilirler, dahası aynı şekilde her biri tek başına süper bir güç olabilirdi ancak onların başındaki ruveybida yöneticiler, adamlar gibi veya erkekler gibi davranmayı reddettiler, Amerika'nın terkisinde yürümeye, onun planlarını uygulamaya ve onun arzularına göre hareket etmeye razı oldular.

Nitekim Müslümanların görevi, bu ruveybida yöneticileri kaldırıp atmak, ümmetlerinin izzetini ve onurunu geri kazandırmak, Müslüman ülkeleri tek bir Halifenin sancağı altında birleştirmek ve Allah Subhanehu ve Teala'nın vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurmaktır;aksi takdirde olaylar karşısında pasif ve eylemsiz kalacaklar ve uluslararası siyasette de bir etkileri olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Hilafet, Devlet İçinde Ordunun Çarpık Bir Versiyonunun Varlığına İzin Vermez!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hilafet, Devlet İçinde Ordunun Çarpık Bir Versiyonunun Varlığına İzin Vermez!

Haber:

26 Ekim 2025'te Darfur'un El Faşir kenti açık bir suç mahalline dönüşmüştür; bu ise şehirde bulunan Ordunun çekilip Hızlı Destek Güçlerinin şehre girmesiyle meydana gelmiş ve kısa bir süre içinde şehirden gelen sahneler dünyayı şok etmiştir; zira toplu katliam, işkence ve kurbanların aşağılanması operasyonları belgelenmiştir.Nitekim bu sahne bir istisna değildir, aksine bu güçlerin 22 yıl önce kuruldukları günden bu yana izledikleri yerleşik ve tekrarlayan şiddet örüntüsünün bir uzantısıdır.

Yorum:

El Faşir bir ilk değildir ve Hızlı Destek Güçleri olarak adlandırılan bu genişleyen kanserli cisim durdurulmadığı sürece de son da olmayacaktır;zira Hızlı Destek Güçleri, 2003 yılında Darfur'da Sudan ordusu ile silahlı çatışmaya girdiklerinden beri, toplu katliamlar onların taktiklerinin ayrılmaz bir parçası haline geldiği gibi tecavüz, yerinden etme, sistematik işkence, yağmalama, gasp ve kundaklama da askeri planlarının bir parçası haline gelmiştir;dolayısıyla Darfur'da, 2003 yılından bu yana yüzlerce köy aynı şiddet yöntemleriyle yıkılmış ve 2019 yılında Hartum'daki Genel Komutanlık binasında düzenlenen oturma eylemi sırasında Hızlı Destek Güçleri oturma eyleminin dağıtılmasına katılmış ve onun unsurları, vahşiliklerini kendi elleriyle belgelemiştir.2023 yılındaki El Cenine şehrine gelince; Birleşmiş Milletler raporlarında 10.000 ila 15.000 arasında kişinin öldürüldükleri belirtilmekte, sonra Hartum şehirlerinden ve El Cezire eyaletindeki köylerden hala Hızlı Destek Güçlerinin yıkımından muzdarip olan El Faşir'e kadar uzanan suçlar ve felaketler vardır!

Böylece ordunun bir kolu olarak kurulan Hızlı Destek Güçleri, kaynaklarının ve konumlarının orduyla rekabet edecek düzeye kadar genişlemesi sayesinde, orduya paralel askeri bir güç haline gelmiş ve bu da devlet kurumları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.Bundan dolayı milislerin kurulma amaçları ne olursa olsun, onları yasallaştırmanın onları kontrol etmek anlamına gelmediği, aksine Hızlı Destek Güçleri örneğinde olduğu gibi, yasallaştırmanın onların bağımsızlığına yol açtığı ve genişlemeleri için yasal bir örtü sağlandığı, böylece onları diğer ülkelerin planlarını uygulamak için kullandıkları bir kanser haline geldiği teyit edilmiş olmaktadır.

Ordu içerisindeki muhlislerin önünde, Müslümanlar arasındaki savaşı engellemek, ülkenin kontrolünü tamamen ele geçirip her sabah yeni bir milis gücü oluşturan, dahası onların bazılarını yurt dışında eğiten Burhan'a karşı koyarak ülkenin milisler tarafından parçalanmasını engelleme fırsatı vardır; bu yüzden doğru ve şerî hareket tarzı, başta Hızlı Destek Güçleri olmak üzere tüm bu milisleri dağıtıp tasfiye etmek ve tüm liderlerini adil bir yargılamaya tabi tutmak, tüm milisler ve silahlı hareketleri derhal orduya entegre etmek, bayraklarının parçalamak ve İslam akidesine dayalı tek bir düzenli ordu kurmaktır.

Hilafet Devleti, devleti parçalamak ve zayıflatmak için dışarıdan kullanılan düzenli kuvvetlerin çarpıtılmış bir versiyonunun varlığına izin vermez, aksine ülkenin ve insanların güvenliğini manipüle etmeye cüret eden herkesin karşısında durur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) –Sudan

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti El Obeid’de Bir Dizi Avukata Ziyaret Gerçekleştirdi

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nin, Amerika’nın Darfur’u koparma planını akamete uğratma kampanyası kapsamında, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti heyeti, 11 Kasım 2025 Salı günü El-Obeid şehrindeki önde gelen birçok avukata ziyaretler gerçekleştirdi. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Encümen üyesi üstat En-Nazîr Muhammed Hüseyin Ebu Minhâc’ın başkanlığındaki heyete, parti üyeleri Üstat Muhyiddin Kûcûr ve Üstat Muhammed Said Bûkke eşlik etti. Heyet başkanı, avukatlara partinin kampanyasının amacını ve bu kötü niyetli planın nasıl bozulabileceğini açıkladı.

Ziyaret edilen avukatlar şunlardır: Avukat Dr. Halefullah Hasan Ali Hamid, Üstat Mutasım Muhammed Ahmed, Üstat Atıf Bellul (yanında Davetçi Şeyh Hamid Belile de vardı) ve Üstat Yusuf Ali Ahmed Said. Görüşülen avukatların tamamı kampanyaya tam destek verdi ve ziyareti mükemmel olarak nitelendirdi. Ayrıca bu duruşu ve bu konudaki gerekli çabası nedeniyle de Hizb-ut Tahrir’e teşekkürlerini sundular.

Ziyaretlerin sonunda heyet, avukatlara partinin konuyla ilgili bildirilerinden bazı nüshalar verdi ve görüşmelerin devam edeceğine dair söz verdi.

Devamını oku...

Basın Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, medya mensuplarını, siyasetçileri ve ülkenin kaderiyle ilgilenen tüm kardeşlerimizi, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsü’nün düzenleyeceği basın toplantısına davet etmekten memnuniyet duyarız. Toplantının başlığı:

Dörtlü Tarafların Önerdiği Ateşkes ve Batı Uygarlığına Dayalı Müzakere Sürecinin Riskleri

Tarih: 24 Cumâde’l Ûlâ 1447 / 15 Kasım 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Katılımınız tartışmaya zenginlik katacaktır.

Devamını oku...

Slovenya Cumhurbaşkanı Ya Tarihten Bihaber Ya da Bilerek Görmezden Geliyor!

9 Kasım 2025 tarihinde Katar’da, El Cezire televizyonuna verdiği ve kanalın 10 Kasım 2025 sabahı tam olarak yayımladığı röportajda Slovenya Cumhurbaşkanı Nataša Pirc Musar, “İsrail’in bir devlete sahip olma hakkının olduğunu” söyledi. Şimdi o Cumhurbaşkanına şunu sormak lazım: Bu gayrimeşru Yahudi varlığına bu hakkı kim verdi? Tarih okuyup da, bu ucube varlığın Mübarek Toprak Filistin’de nasıl kurulduğunu bilmeyen biri var mı? Yahudilerin Filistinli Müslümanlara karşı işlediği vahşi katliamlar, tarihi insaflı bir şekilde okuyan birinin hafızasından silinebilir mi hiç? Bu hilkat garibesi varlık, binlerce Filistinlinin kafatası ve cesedi üzerine inşa edilmedi mi? Filistin halkı 1948’de, ardından 1967’de yurtlarından zorla çıkarılmadı mı? Yahudi varlığı, İngiltere ve bazı Avrupa ülkelerinin işbirliği ve Filistin’e komşu yöneticilerin utanç verici ihaneti sayesinde kuruldu!

Eğer Slovenya Cumhurbaşkanı, ülkesinin işgalci Yahudi varlığına karşı sergilediği bazı tutumlar nedeniyle kendini temize çıkarabileceğini sanıyorsa nafiledir. Söz gelimi; ülkesinin Yahudi varlığının Gazze’de işlediği suçları soykırım olarak tanımlaması, iki Yahudi varlığı yetkiliye ülkeye giriş izni vermemesi, Yahudi varlığına giden bazı silah sevkiyatlarının Slovenya üzerinden geçişini engellemesi veya Filistin’deki Yahudi yerleşimlerine karşı takındığı tavır ya da Avrupa ve diğer ülkelerin, Yahudi varlığının Gazze’de işlediği tüyler ürpertici suçların neden olduğu büyük skandalın ardından, mecburen ve çekinerek aldıkları pozisyonlar, ne onu ne de bu suçları durdurmak için parmağını bile oynatmayan dünyadaki diğer yöneticileri asla temize çıkarmaz.

Aynı şekilde, ne Müslümanların Ruveybida yöneticilerinin Yahudi varlığını açıkça veya gizlice tanımış olmaları ne bazılarının onunla ilişki kurmuş olması, ne Gazze halkını yüzüstü bırakmaları ne de büyük güçlerin kontrolü altındaki mevcut uluslararası sistemin tutumu onları asla aklamayacaktır. Çünkü batılı alkışlayanlar ne kadar çok olursa olsun, batıl asla hakka dönüşmez. Batıl, batıl olarak hak da daima hak olarak kalacaktır.


İslam ümmeti bu düşmanca tutumları hafızasında tutacak ve asla unutmayacaktır. Yahudilere Filistin’de devlet kurma hakkı tanıyan Slovenya Cumhurbaşkanı şunu iyi bilmelidir ki, hesap günü yakındır. Allah’ın izniyle yakında Nübüvvet metodu Üzere İkinci Hilâfet Devleti kurulacaktır. Osmanlı Hilafeti 14. Yüzyıldaki Osmanlı-Habsburg savaşları sırasında Slovenya’da İslam’ı yayamamış olabilir belki ama kurulacak Hilafet bunu başaracak ve Allah’ın izniyle, bugün takındığı tutumdan dolayı herkesi tek tek hesaba çekecektir.

Devamını oku...

Hükümetin Açıkladığı Yol Haritası da, Dörtlü Grubun Yayınladığı Bildiri de, Bu Savaşın Sürmesi de Hepsi Amerika’nın Darfur’u Koparma Planına Hizmet Ediyor

Sudan’ın Washington Büyükelçisi Muhammed Abdullah İdris, 8 Kasım 2025 Cumartesi günü düzenlediği basın toplantısında, hükümetin belirlediği yol haritasına bağlı olduğunu duyurdu. İdris, bu yol haritasının sonunda uluslararası denetim altında özgür seçimlerin yapılacağını ve halkın bu seçimlerle kendi yöneticilerini belirleyeceğini vurguladı. 14 Eylül 2025 tarihinde Şarku’l Avsat gazetesi, Dışişleri Bakanı Muhyiddin Salim’in bir demecini yayınladı. Haberde Bakan’ın “Hükümetin hazırladığı ve daha önce Birleşmiş Milletler’e sunduğu yol haritasının, ülkede barışın sağlanması yolunda ilerlemenin temel dayanağını temsil ettiğini söylediği belirtildi. Ayrıca Bakanın, yol haritasının Sudan halkının beklenti ve özlemlerini yansıttığını da vurguladığı kaydedildi.”

Peki, Birleşmiş Milletler Genel Sekteri’ne gizlice sunulan bu belge nedir? Ve neden medyaya sızana kadar bu kadar gizli tutuldu?!

Independent Arabia’nın 3 Nisan 2025’te yani belgenin BM Genel Sekreteri’ne 10 Mart 2025’te sunulmasından yaklaşık bir ay sonra yayınladığı bu yol haritasında yer alan en tehlikeli nokta şudur: “Sudan Hükümeti, bu haritayı onaylamakta ve bir ateşkesi mümkün görmektedir. Ancak bu ateşkes, Milis güçlerinin Hartum Eyaleti, Kordofan ve El-Faşir bölgelerinden derhal ve eksiksiz bir şekilde çekilmesini, çekilen bu güçlerin en fazla on gün içinde, milislerin varlığını kabul edebilecek Darfur eyaletlerinde toplanmasını içermelidir.” Bu açıklama hükümetin, Hızlı Destek Güçleri’nin (HDS) Darfur Bölgesi’nde bulunmasına herhangi bir itirazının olmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim eski Dışişleri Bakanı Ali Yusuf, daha önce gizli olan bir gerçeği ifşa ettiği gerekçesiyle görevden alınmıştır. Bakan, o dönem basına verdiği demeçlerde şunları söylemişti: HDG’nin geri çekilmesi, aslında önceden mutabakata varılmış bir anlaşmanın neticesidir. Ya savaşa devam edilerek askeri bir sonuca ulaşılacak ve mağlup taraf teslim olacaktı; ya da HDG’ye sunulan girişim hayata geçirilecekti. Bu girişim HDG’yi memnuniyetle kabul edecek olan belirli bölgelere, özellikle de kabile tabanının bulunduğu alanlara geri çekilmesiyle başlayacaktı. (18.04.2025 Arapça Sky News] Hiç şüphe yok ki, hem bu yol haritasında yer alan maddeler hem de eski Dışişleri Bakanı’nın itiraf niteliğindeki ifadeleri, Darfur’u Hızlı Destek Güçleri’nin kabile havzası olarak kabul etmesi ve Darfur üzerinde hak sahibi olduklarını tanıması nedeniyle ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit etmektedir. Bu tanıma, Darfur’u Sudan’dan koparmaya yönelik son derece ciddi ve pratik bir adımın yasallaştırılması anlamına gelmektedir!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, sömürgeci kafir Batı’nın’ komploları ve özellikle de tıpkı şu an yaşananlara çok benzer bir planla Güney Sudan’ı ayıran Amerika’nın planları ile uyum içinde hareket edilmesi konusunda uyarılarda bulunduk ve bulunmaya da devam edeceğiz. Amerika öncülüğündeki Dörtlü Grubun Sudan ordusu ile Hızlı Destek Güçleri’ni eşit düzeyde tutmasının amacının, iki tarafı iki ayrı varlık arasında uzlaşmacı bir çözüm temelinde müzakerelere yönlendirmek ve nihayetinde Darfur’un ayrılmasıyla sonuçlanacak şekilde her iki taraftan da tavizler koparmak olduğunu açıkladık. Ayrıca mevcut temelde sürdürülen savaş, savaşı sona erdirmek yerine yalnızca çatışmanın süresini uzatmakta, Hızlı Destek Güçleri’nin genişlemesine, ek ikmal hatları açmasına ve kontrolü ele geçirmesine yol açmaktadır. Askeri komuta kademesi hem muharebe operasyonlarını yürütmekte hem de müzakere perspektifini gözetmekte olup, bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri’nin özel elçisi Mosaad Boulos’un girişimlerine sürekli olumlu yaklaşmaktadır.

Sonuç olarak, hükümetin yol haritası, Dörtlü Grubu’un bildirisi ve savaşın mevcut esaslarda sürdürülmesi, nihai olarak Amerika’nın Darfur’u Sudan’dan koparma hedefiyle örtüşmektedir; Biz bu delikten daha önce de ısırıldık! Bu tuzağı daha önce güneyde gördük: önce yıpratma savaşı, gelgitli çatışmalar ve sonra da müzakereler. Bunlar, sömürgeci kafirin ülkemizi bölme hedeflerini hayata geçirdiği üsluplardır. Savaş ile müzakereler arasındaki süreçte de eli uzun dili uzun herkes iç işlerimize karışmaktadır!

Bu durumdan çıkış yolu, hayatımızdan ve ihtilaflarımızın çözümünden dışladığımız Yüce İslam ideolojisinde yatmaktadır. İslam ideolojisini hayatımızdan uzaklaştırınca sömürgeci kâfirin ekmeğine yağ süren sahte bir ikileme mahkûm olduk!

Ey Sudan halkı! Ey askerler! Ey siviller! Hayatınızın gidişatını düzeltmekle işe başlayın ve hayatınızı Nübüvvet metodu üzere Hilâfet esası üzerine yeniden oturtun. İslam’ı anlaşmazlıklarınızın ve çekişmelerinizin çözümünün tek temeli yapın. İslam hukukuna göre devlete silah çekenlerden, şikayetlerinin dinlenmesi için silahlarını bırakması istenir. Eğer bırakmazlarsa, bırakana kadar onlarla savaşılır. Uzlaşmacı bir orta yol temelinde devlet ile tebaası arasına bir aracının girmesine asla izin verilmez. Hele ki bu arabuluculuk taslayan, bizzat bu savaşı yakan, Güney Sudan’da olduğu gibi arabuluculuğunun ne kadar zehirli olduğunu bildiğimiz sömürgeci kâfir düşmanın ta kendisiyse, bu asla kabul edilemez!

İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu? Mümin, bir delikten iki defa ısırılmaz. Hal böyleyken, siz Amerika’nın sizi aynı delikten bir kez daha ısırmasına izin mi vereceksiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Kıbrıs Meselesinin Çözümüne İlişkin Amerikan Perspektifi

Soru Cevap

Kıbrıs Meselesinin Çözümüne İlişkin Amerikan Perspektifi

Soru:

Türkiye Cumhurbaşkanlığı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın 13 Kasım 2025 Perşembe günü Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu... Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Burhaneddin Duran, Erhürman’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine Ankara’ya geleceğini belirtti. Duran, ayrıca bu ziyaretin Erhürman’ın ilk yurt dışı ziyareti olacağını ifade etti... KKTC Yüksek Seçim Kurulu, 19 Ekim’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ın kazandığını duyurmuştu... (10.11.2025 Anadolu Ajansı) Peki, bu yakınlaşmanın sebebi nedir? Oysa bilindiği gibi Erhürman seçim kampanyası boyunca adanın birleşmesini (federasyonu) savunurken, Erdoğan iki devletli çözüm tezini destekliyordu. Yoksa bu yakınlaşmanın arkasında Amerika mı var? Allah sizi hayırla mükafatlandırsın...

Cevap:

Yukarıdaki soruların cevabını açıklığa kavuşturmak amacıyla aşağıdaki noktaları ele almamız gerekiyor:

Birincisi: Kuzey Kıbrıs’ta yapılan seçimlerde muhalefetin adayı Tufan Erhürman, oyların yüzde 62’sinden fazlasını alarak seçimleri ilk turda kazandı; mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise yüzde 36’nın altında kalarak ciddi bir yenilgi yaşadı. (19.10.2025 Russia Today) Bu seçimlerdeki en yeni ve dikkat çekici gelişme, seçim kampanyasını Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile adanın birleşmesi temeli üzerine kuran muhalefet adayının, ilk turda ve büyük bir farkla kazanması oldu. Türkiye’nin onlarca yıldır savunduğu iki devletli çözüm tezini destekleyen mevcut Cumhurbaşkanı ise sandıkta ağır bir darbe aldı. Bu sonuçların Ada içinde ve uluslararası arenadaki etkilerini analiz etmek amacıyla, aşağıdaki hususlara bir göz atmamız gerekiyor:

1- Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki varlığı açısından bakıldığında; Türkiye, İngiliz yanlısı olduğu dönemde, ABD’nin Rumlu piyonları üzerinden adaya nüfuz etmesini engellemek amacıyla Rumların adadaki Müslüman Türkleri marjinalleştirmesini bahane ederek 1974’te adaya asker çıkardı. Nitekim o dönemde bunda başarılı da oldu. Ancak Erdoğan’ın iktidarı döneminde Türkiye, İngilizlerin safından Amerika’nın safına kaydı. Haliyle, adanın kuzeyindeki Türk varlığı da Amerika’nın adadaki sopası haline geldi... Yerel açıdan bakıldığında ise, adanın kuzeyinde üstünlük hep seküleristlerin elinde olmaya devam etti, asıl borusu ötenler hep laikçiler oldu. Hükümet yetkilileri, kız öğrencilerin okullarda başörtüsü takmasını bile yasaklamaya devam ettiler. Hatta Nisan 2025’te Başbakan’ın okullarda başörtüsü takılmasını serbest kılan kararı, Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından Eylül 2025’te iptal edildi. (25.09.2025 Haberler) Bu da aşırı laikliğin Kuzey Kıbrıs’ta ne kadar kök saldığını göstermektedir.

2- Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a dişe dokunur hiçbir ekonomik başarı modeli aktaramamış olması, bölgenin ekonomik açıdan periferal ve kırılgan bir yapı içinde kalmasına yol açtı. Hatta zamanla yasa dışı paranın sığınağı haline geldi; her tarafta mantar gibi kumar salonları ve kumarhaneler türedi... Öte yandan 2004 yılında Avrupa Birliği (AB) üyesi olan ve 2008 yılında Avro Bölgesi’ne katılan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) elde ettiği bu statü, özellikle de Türkiye’nin on yıllardır AB kapısını çalmasına rağmen içeri alınmadığı bir dönemde adanın GKRY ile yeniden birleşmesini savunan güçlerin iştahını kabarttı!

İkincisi: İşte gerek bu yerel siyasal iklim gerek Türkiye ile olan bağlantıları gerekse adadaki bu baskın seküler eğilimler, seçim sonuçlarının şekillenmesinde rol oynadı; muhalefet adayı Tufan Erhürman’ın ezici bir farkla ve daha ilk turda kazanmasını sağladı. Ancak, bu yerel koşullar, bu zaferi yaratan temel itici güç değildir. Zira asıl itici güç, uluslararası sahnede yaşanan büyük dalgalanmalar ve Doğu Akdeniz’de devasa doğal gaz keşiflerinin yarattığı jeopolitik baskılardır. Bu durumun açıklaması şöyledir:

1- Rusya-Ukrayna Savaşı: Amerika, Rusya-Ukrayna savaşının alabileceği her türlü seyre ve bilhassa Rusya’nın Karadeniz’i tamamen ele geçirme ihtimaline karşı kendini sağlama almak amacıyla Yunanistan’daki üslerine askeri yığınak yapmaya ve varlığını güçlendirmeye başlamıştır. Bu kapsamda kara unsurlarının bir kısmının konuşlandırılması bile söz konusudur. İşte bu Rus tehditleriyle başa çıkmak amacıyla Amerika’nın, Kıbrıs’ı Amerika için bölgedeki batırılamaz bir uçak gemisi olarak gören o geleneksel Kıbrıs algısını yeniden tozlu raflardan indirmesine neden olmuştur. Bu yüzden Amerika’nın, adada kendi askeri üslerini kurma yönündeki o eski hayallerini yeniden canlandırdığı görülmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı da Kıbrıs’ta bir askeri üs kurma ihtiyacını gündeme almasının tuzu biberi olmuştur. Ortadoğu’daki savaşlar ve istikrarsızlık açısından bakıldığında ise Amerika, Kıbrıs’taki askeri varlığını, Arap dünyasındaki varlığından çok daha kalıcı veya garanti olarak görüyor. Arap dünyasındaki siyasi dalgalanmaların ve artış gösteren İslami hareketliliğin, Amerikan nüfuzunu bölgeden tamamen silip atmasından korkuyor.

2- Doğal gaz keşifleri: Son yirmi yılda Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük doğal gaz rezervleri, halihazırda bu bölgedeki gaz sahalarının işletilmesinde aktif rol alan Amerikan enerji şirketlerinin iştahını kabartmış ve ABD’yi bölge üzerindeki nüfuzunu daha da genişletmeye itmiştir. İşte bu çerçevede Kıbrıs, hem üretim hem de potansiyel boru hattı güzergâhları açısından stratejik bir düğüm noktası ve kilit bir halka olarak görülmektedir. Bu nedenle ABD’nin Kıbrıs Büyükelçisi, 2018’den beri düzenli olarak Kıbrıs Cumhurbaşkanı ile görüşmekte ve Doğu Akdeniz’deki petrol ve gaz keşifleri konularını ele almaktadır. ABD Kongre üyelerinin Lefkoşa’ya yaptıkları ziyaretler de bu konunun bir yansımasıdır. İşte bu gaz kaynaklarının varlığı, bölge devletleri arasında deniz yetki alanları veya deniz ekonomik sınırları ekseninde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur... Trump yönetiminin yıl başında yeniden iş başına gelmesiyle birlikte Amerikan enerji şirketlerinin bölgesel etkinliği de yeniden canlanmıştır. Bu bağlamda Rus gazından mahrum bırakılan Avrupa’yı, yeni gaz kaynakları aracılığıyla tamamen kendine bağımlı kılacak bir araç daha oluşturmak amacıyla Doğu Akdeniz’deki doğal gaz üretimini hızla ele geçirmeye çalışmıştır.

3- Brexit sonrası İngiltere’nin güç kaybı: Brexit sonrasında zayıflığı iyice belirginleşen İngiltere’ye karşı ABD’nin bakışı değişmiştir. ABD’nin, 2020’de Avrupa Birliği’nden ayrılırken İngiltere’ye verdiği ancak gerçekleşmeyen büyük bir ticaret anlaşması bir yana, Trump yönetimi İngiltere’ye hâlâ İngiliz fabrikalarının kapanmasındaki etkileri görülen gümrük vergileri uygulamıştır. Yeni Amerikan perspektifi, İngiltere’nin eski nüfuzuna vâris olmayı ve başta Kıbrıs olmak üzere onun elindeki araçlarını kullanmayı gerektiriyor. Bu bağlamda muhafazakâr eğilimli ve Trump grubunu destekleyen The National Interest dergisinde 8 Kasım 2024 tarihinde yayımlanan bir makalede, ABD sağının önde gelen isimlerinden Michael Rubin, Amerika’nın İngiltere’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırması ve adanın %3’ünü teşkil eden Akrotiri ve Dikelya askeri üslerini devralması çağrısında bulunmuştur!

4- Ağır basan görüş odur ki, tüm bu uluslararası dalgalanmalar ve bölgedeki hidrokarbon keşifleri, ABD’de Kıbrıs adasının birleştirilmesine yönelik yeni bir eğiliminin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunun ilk adımı olarak Trump yönetimi, kendisinin ilk başkanlık dönemi sırasında, 1987’den beri Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunu kaldırmıştır. “ABD Salı günü yaptığı açıklamada, Kıbrıs’a 30 yılı aşkın süredir uyguladığı askeri malzeme satışı ambargosunu bir yıllığına ve kısmen kaldırdığını duyurdu... ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “Bakan Mike Pompeo’nun, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos’a (Anastasiadis) “öldürücü olmayan savunma materyalleri ve savunma hizmetlerinin ihracat ve yeniden transferine uygulanan kısıtlamaları kaldırma kararını ilettiği” belirtildi. (02.09.2020 Swiss info) Bu kısıtlamaların kaldırılması işlemi her yıl düzenli olarak yenilenmektedir. Ardından Biden yönetimi, Kıbrıs ile önemli bir savunma anlaşması imzalayarak Trump’ın başlattığı bu politikayı bir adım ileri taşıdı. “Kıbrıs ve ABD, bölgesel insani krizlere ve güvenlik endişelerine karşı iki ülkenin ortak müdahale kapasitesini artırma yöntemlerini belirleyen bir Savunma İşbirliği Çerçeve Sözleşmesi imzaladı.” (10.09.2024 www.youm7)

Üçüncüsü: Diplomaside eşi benzeri görülmemiş ve sadece 1970 ile 1996 yıllarında yaşanmış son derece nadir bir hamle olarak ABD Başkanı Biden, Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanını Washington’da ağırladı. Bu ziyaret, Biden yönetiminin topal ördek olduğu son günlerinde ve Trump’ın seçim zaferinin ilan edilmesinin hemen ardından gerçekleşti. Amerika bu ziyaretle tutumunu netleştirdi: “Beyaz Saray’da Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis’i ağırlayan ABD Başkanı, toplantı öncesi yaptığı açıklamada “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda, tüm Kıbrıslılar için siyasi eşitlik içeren iki toplumlu iki bölgeli federasyon çözümünü desteklediğini yineledi. Biden “Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu hedefe ulaşılması için elinden gelen her türlü desteği sağlamaya hazır olduğunu vurguladı.” Cumhurbaşkanı Nikos da, Kıbrıs meselesi konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğine tamamen güvendiğini belirtti...” (30.10.2024 Kıbrıs Haber Ajansı) Bundan önce de “Kıbrıs Yönetimi Savunma Bakanı Palmas, Larnaka yakınlarında bir helikopter üssünün inşaatının devam ettiğini açıkladı. Kıbrıs Rum Yönetimi medyası, bu üssün Amerika Birleşik Devletleri’ne tahsis edileceğini bildirdi.” (29.07.2024 Türkiye Today)

Dördüncüsü: Türkiye ise, Kıbrıs Rum Yönetimi ile Amerika arasında imzalanan savunma işbirliği anlaşmasına karşı olduğunu duyurdu. (11.09.2024 Türkiye dışişleri Bakanlığı internet sitesi) Ne var ki, ABD uydusu olan bir ülke konumunda olduğundan, Amerika’nın artık kesin kararını verdiği bir meseleye karşı çıkması mümkün değildi. Bu nedenle Türkiye, Yunan yetkililerle üst düzey görüşmeler yapmaya başladı; Dahası, Kuzey Kıbrıs sorunu nedeniyle resmen tanımadığı Kıbrıs Rum Yönetimi yetkilileriyle bile temas kurdu:

1- “Kıbrıslı yetkililer, Türkiye Cumhurbaşkanı ile Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın, bugün Perşembe günü Macaristan’daki bir zirve marjında nadir bir görüşme gerçekleştirdiğini belirtti. Kıbrıs Hükümet Sözcüsü Yardımcısı Yannis, X (eski adıyla Twitter) platformunda yaptığı bir paylaşımda, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da görüşmede hazır bulunduğunu söyledi.” (07.11.2024 https://www.aletihad.ae) Bu nadir görüşme, Türkiye’yi Kıbrıs’ta öngördüğü çözümü kabullenmeye ve bu çözüme zemin hazırlamaya sevk etmek amacıyla ancak Amerika’nın talebiyle gerçekleşmiş olabilir.

2- Örneğin, Türkiye’nin Yunanistan’la ilişkileri gerginleştirmesi, büyük ölçüde Trump yönetiminin ilk dönemindeki istekleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Biden yönetimi iş başına gelip Avrupalı müttefiklerine liderlik etme stratejisine geri döndüğünde ise, Erdoğan’ın Türkiye’si, önceki yönetimin eğilimiyle çelişen bu yeni Amerikan yönelimine hızla ayak uydurmuş ve adapte olmuştur.

3- Türkiye’nin 2024’teki ABD-GKRY savunma işbirliğine karşı çıkmasının realitede hiçbir gerçekliği ve karşılığı yoktur. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rum mevkidaşıyla Macaristan’da yaptığı görüşme söz konusu itirazın hemen ardından gerçekleşmiştir! Bu durum, Erdoğan-Türkiye’sinin, politik rotasını tamamen Amerikan çizgisine göre değiştirdiğinin veya belirlediğinin bir kanıtıdır.

Beşincisi: Kuzey Kıbrıs’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın şu açıklamasına gelince: “Erhürman, zaferini ‘farklı siyasi görüşlere sahip tüm Kıbrıslı Türklerin zaferi’ olarak nitelendirdi ve safların ve duruşun birliğini korumak amacıyla dış politikayı ‘Türkiye ile yakın koordinasyon içinde’ yürüteceğini vurguladı.” (20.10.2025 El Cezire.net) Erhürman’ın bu açıklaması, ABD’nin Kıbrıs’ta öngördüğü federasyon planını hayata geçirmek için taraflar (Erhürman ile Türkiye) arasındaki yakınlaşmanın ortamını hazırlamaya veya havayı yumuşatmaya yöneliktir... Bu nedenle, Erdoğan’ın müttefiki ve Türk milliyetçilerinin Ankara’daki lideri Devlet Bahçeli, büyük bir öfkeye kapılarak Kuzey Kıbrıs’taki seçim sonuçlarını reddettiğini açıkladı. Bahçeli, Kuzey Kıbrıs Parlamentosu’nu acilen toplanmaya, seçim sonuçlarını reddetmeye ve Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almaya çağırdı. (19.10.2025 Russia Today) Buna karşılık “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, Pazar günü, KKTC Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman’ı seçim zaferinden dolayı tebrik etti.” (19.10.2025 Anadolu Ajansı) Hatta Erdoğan tebrik etmekle kalmadı, Kuzey Kıbrıs’taki demokrasinin olgunluğuyla övündü. Diğer bir deyişle Türkiye’de iktidar dışındaki çevrelerden sert tavır gelirken, Amerika’ya göbeğinden bağlanmış ve bağımlılığa tamamen batmış olan Erdoğan çevresinin tamamen Amerikan yönelimine göre pozisyon belirlediği görülmüştür. İşte bu nedenle Erdoğan, Kıbrıs’ı ilhak etme fikrini veya iki devletli çözüm tezini bir kenara bırakarak federasyon modeline eğilim göstermeye başladı!

Altıncısı: Buna göre, Kıbrıs Adası’nın birleştirilmesi müzakerelerine ABD’nin çözümüne uygun olarak, iki bölgeli ve iki toplumlu federal bir birlik temelinde ivme kazandırılması kuvvetle muhtemeldir. Bu çözüm modelinde siyasi ağırlık ve üstünlük Rumların elinde olacak, Kıbrıslı Müslüman Türkler ise daha az siyasi haklara sahip olacaktır. Üstelik bu model, hem Amerika’nın İslam’a karşı savaşıyla hem de bölgede Amerika yanlısı Helen (Rum) karakterli bir Kıbrıs’a daha büyük bir rol biçme vizyonuyla da birebir uyumludur. Kaldı ki kendini tamamen Amerika’nın yörüngesine hapsettiği için Türkiye’nin, Amerika’nın bu planına karşı çıkma şansı da yoktur... Şayet hem yerel hem Türkiye hem de uluslararası konjonktür, bugün olduğu gibi aynı minval üzere devam ederse, ABD vizyonu doğrultusunda yürütülecek federal birlik müzakerelerinin bu defa başarıya ulaşmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır... Tufan Erhürman’ın 13 Kasım 2025 tarihindeki Türkiye ziyareti, ABD’nin iki bölgeli, iki toplumlu federal birlik modelini hayata geçirme planının ilk fazı olarak değerlendirilebilir. Bu federal yapıda, iç işleri her bölgenin kendi denetiminde olacak, ancak savunma ve dış politika gibi kritik alanlar ağırlıklı olarak federal hükümetin, yani Kıbrıslı Rumların kontrolünde olacaktır. Eğer süreç ABD’nin beklentileri doğrultusunda ilerlerse, ABD planı, Kıbrıs’ı yabancı güçlerden (adadaki iki İngiliz üssünden ve Türk askerlerinden) arındırmayı de içerecek, sonuçta da kuzeyde yalnızca Amerikan üslerinin kalması sağlanacaktır!

Yedincisi: Sömürgeci kâfirlerin Müslüman toprakları üzerindeki hakimiyetinin, Müslümanların yöneticilerinin gözleri önünde birbiri ardına artması gerçekten çok acı verici. Bu yöneticiler, bırakın bu hegemonyaya onu geldiği yere geri gönderecek, hatta peşlerine düşecek bir tepki vermeyi, kınamıyorlar bile! Oysa Raşidi Hilafet döneminde İslam dünyanın dört bir yanına yayılana dek düşmanların peşine düşülmüştür... Ancak, sömürgeci kafir yanlısı yöneticilerin, onlara karşı çıkması nasıl beklenebilir ki? İşte Kıbrıs bunun canlı şahididir; Oysa Kıbrıs, Raşit Halife Osman döneminde, Hicrî 28 yılında fethedilmiş bir İslam adasıdır ve bu fetih, Müslümanların gerçekleştirdiği ilk deniz gazvelerinden biridir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Ebû Zer, Ubâde bin Sâmit, eşi Ümmü Harâm, Ebû’d-Derdâ ve Şeddâd bin Evs RadıyAllahu Anhum gibi güzide sahabeleri bu fetihte yer almışlardır. Nitekim büyük sahabi Ümmü Haram’ın kabri, bugün bile hala Kıbrıs’taki en önemli ziyaret yerlerinden biri olma özelliğini korumaktadır... İşte Kıbrıs’ın İslam tarihinde bu denli önemli bir yeri vardır. Bu nedenle, Avrupalı Haçlılar, İslam topraklarına karşı başlattıkları ilk Haçlı Seferleri sırasında adayı işgal ettiklerinde, Müslümanlar orayı kurtarıp onu ait olduğu İslam toprağına iade edene kadar asla rahat etmemişlerdir. Daha sonra Halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle birlikte Kıbrıs da diğer İslam toprakları gibi devletin bir parçası olmuştur... Hilafet kaldırılınca, İngilizler Kıbrıs’ı sömürgeleri arasına katmışlardır... Ama tarih tekerrür edecek; Müslümanlar nasıl o adayı Haçlıların elinden alıp İslam yurdu yapmışlarsa, Aziz ve Hamid olan Allah’ın izniyle orayı yine alacaklar ve onu yeniden İslam yurdu yapacaklardır... Kıbrıs için tek doğru çözüm budur, Osmanlı Hilafeti döneminde olduğu gibi aslı olan İslam ülkesine geri dönmeli ve Hilafet yeniden kurulana dek Türkiye’nin bir parçası olmalıdır. İslam sancağı, hem Kıbrıs hem de Türkiye ile birlikte tüm Müslüman ülkelerinin semalarında dalgalanmalıdır... Allah’ın izniyle bu mutlaka gerçekleşecektir. İşte en büyük kurtuluş budur... Çözüm de, hak da budur.

فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ “Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?” [Yunus 32]

Çözüm, ne Amerika’nın planladığı ne de geçmişte İngiltere’nin planlamış olduğu şey değildir. Diğer bir ifadeyle, Kıbrıs için çözüm iki devletli bir yapı değildir; bu devletlerden biri Türkiye’ye, diğeri Yunanistan’a bağlansa da bağlanmasa da fark etmez. Aynı şekilde çözüm, ne Rumların hâkim olduğu federal bir devlet ne de Rumların yöneteceği tek bir devlet de değildir. Çünkü herhangi bir İslam toprağının, kâfirlerin egemenliği altına terk edilmesi doğru değildir.

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً “Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir” [Nisa 141] Allah’ın izniyle Kıbrıs, bir zamanlar olduğu gibi, yeniden bir İslam ülkesi olacaktır. Zira tarih tekerrürden ibarettir. Kıbrıs pek çok defa el değiştirmiştir, ancak akıbet her zaman takva sahiplerine ait olacaktır.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

H.21 Cumâde’l Ûlâ 1447
M.12 Kasım 2025

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER