Cuma, 21 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Lübnan'ın Fransa'dan Bağımsızlığının Yıl Dönümü!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Lübnan'ın Fransa'dan Bağımsızlığının Yıl Dönümü!

Haber:

22 Kasım 1943'te Fransa, 1 Eylül 1920'de kurduğu ve ilan ettiği devletin bağımsızlığını tanıdığını duyurmuştur; bu ise “İşte geri döndük ey Selahaddin” sözüyle meşhur olan Fransız komiseri Gouraud'un, Şam kıyılarının çoğunu kapsayan ve bugünkü Lübnan'ın üç katından fazla bir alana sahip olan Beyrut vilayetini feshetme ve Bekaa, Baalbek, Hasbaya ve Raşaya'yı Şam vilayetinden ayırarak büyük Lübnan devleti adını verdiği yeni coğrafyaya ekleme kararlarını açıklamasının ardından gerçekleşmiştir.

Yorum:

Bugün Fransız işgalinin yenilgisinin yıldönümünü kutluyoruz ancak acı gerçek şu ki, Fransa askerleriyle çıkmış olsa da, onun tiran insan yapımı anayasası, kültürü ve dili ülkede kalmaya devam etmiş ve kanlı bir çatışmanın ardından siyasi nüfuz Amerika'ya intikal etmiştir.

Ortaya çıktığından bu yana Lübnan, hayatta kalma ve dayanıklılık unsurlarına sahip doğal bir devlet olarak inşa edilmemiştir; bu yüzden Lübnan, taifeler ve mezheplerle parçalanmış, Şam ülkesindeki doğal çevresinden ve Osmanlı Hilafet Devleti ile İslam ümmeti gibi gerçek derinliğinden zorla ayrılmış küçük bir ülkedir; bu da Lübnan'ın zayıflığını artırmış ve kendisini ve sakinlerini koruma gücünü aşındırmıştır.

Sonra “bağımsızlığın” onaylanıp bu parçalanmış devletçiğin bu şekliyle kabul edilmesi, zayıflık ve aşağılanmakla sonuçlanan çöküş ve geri kalmışlığın bir kanıtı olmuş ve kamu mallarını yağmalayan, hesap vermekten kaçmak ve bölünmeleri derinleştirmek için taifelere ve mezheplere sığınan hırsızlık ve dışa bağımlılık konusunda yetenekli siyasi bir sınıfın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Bugün, Yahudi varlığının Lübnan'a yönelik günlük saldırıları ve halkını ve topraklarını savunması gereken “bağımsız devletin" ise herhangi bir tepki vermemesinin gölgesinde, bağımsızlık yıl dönümünde askeri geçit törenleri yasaklanmıştır!Belki de otorite, en basit savunma ve caydırıcılık eylemlerinden bile yoksun oldukları bir zamanda güç gösterisinde bulunmaktan utanmakta ve bu skandaldan dolayı sessiz kalmayı tercih etmektedir; bunun ötesinde devlet başkanı bağımsızlık günü konuşmasında, suçlu ve saldırgan Yahudi varlığıyla müzakere çağrısında bulunmaktadır. إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌNe tuhaf şey bu böyle!” [Sâd 5]

Önce Fransa, sonra da Amerika olmak üzere sömürgeci kâfir Batı Lübnan'ı bölünmüş, çatışmalarla çevrili ve bağımsız kararlar almaktan aciz bir ülke haline getirmiştir ki böylece düşmanlarının kolay bir avı haline gelebilsin.Bakın işte bugün, Yahudi varlığının saldırıları karşısında aciz bir şekilde durmakta, kendini ve çocuklarını savunamamakta ve onurunu geri kazanamamaktadır.

Gerçek bağımsızlık, yıldönümü kutlamalarıyla, süslerle ya da içi boş gösterilerle değil, aksine ülkeyi ve insanları koruma gücü, doğru kararlar alma konusunda birlik ve güç ve egemenlik sağlayan köklere ve kökenlere geri dönmekle olur.

Allah'tan, vaadini bizim ellerimizle gerçekleştirmesini, bizi yeryüzünde egemen kılmasını ve böylece Hilafetimize geri dönmeyi ve kalbimizde çok değerli olan Lübnan'ın da onun bir parçası olmasını ümit ediyoruz. لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ İşte çalışanlar, asıl bunun için çalışmalıdırlar.” [Saffat 61]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim

Devamını oku...

Orta Asya Üç Baskıcı Gücün Kuşatması Altındadır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Orta Asya Üç Baskıcı Gücün Kuşatması Altındadır!

Haber:

- 6 Kasım'da Amerika'da, Amerika'nın yanı sıra Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan gibi Orta Asya ülkelerini bir araya getiren C5+1 formatında bir toplantı düzenlendi.

Bu görüşme sırasında, iki taraf arasında ekonomik ve jeostratejik iş birliğinin güçlendirilmesi amacıyla Orta Asya'daki stratejik nadir mineralleri ve enerji kaynaklarına ilişkin önemli anlaşmalar imzalandı. Bunun ardından 12 Kasım'da, Kazakistan Cumhurbaşkanı Rusya'ya resmi bir ziyarette bulundu ve bu ziyarette iki taraf arasında bir dizi önemli anlaşmalar imzalandı.

- Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin 19-22 Kasım 2025 tarihleri ​​arasında Orta Asya'ya yapacağı ziyaret. (Çin Dışişleri Bakanlığı, Çin hükümetinin resmi web sitesi, Reuters)

Yorum:

Orta Asya'nın doğal zenginlikleri, stratejik öneme sahip nadir mineralleri ve zengin enerji kaynakları, halkına refah ve mutluluk getirmek yerine, onların zalim güçlerin eline düşmesine ve haklarının ellerinden alınmasına, dolayısıyla da sefalet içinde yaşamasına neden olmuştur.

Orta Asya'nın doğal zenginlikleri, halklarını birleştirebilecek, refah içinde rahat bir hayat yaşamalarını sağlayabilecek devasa kaynaklardır. Ancak bu servetler, adil bir şekilde kullanılmamaktadır. Bu yüzden artık bölge halklarının kaynaklarını, kendilerine hizmet edecek şekilde kullanmaya, adalet ve refahı sağlamaya yönlendirecek bilinçli bir liderin ortaya çıkmasının zamanı gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Hadi

Devamını oku...

İslam Beldelerinin Yöneticileri Amerika'yı Çöküşten Korumaya Çalışıyorlar

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslam Beldelerinin Yöneticileri Amerika'yı Çöküşten Korumaya Çalışıyorlar

Haber:

Beş Artı Bir Grubu zirvesi (C5+1) 6 ve 7 Kasım tarihlerinde Washington'da gerçekleştirildi.7 Kasım'da Euronews, “Trump'ın, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan liderlerini Beyaz Saray'da ağırlayarak, yüksek teknoloji üretimi için gerekli olan temel minerallerden ABD'nin tedariklerini çeşitlendirme yollarını görüştüğünü” ifade etti.

Yorum:

Zirvenin ardından beş Orta Asya ülkesi, ABD lehine milyarlarca Dolar değerinde anlaşmalar imzaladı.Örneğin 72 milyar Dolarlık dış borcu olan Özbekistan, önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD ekonomisinin gelişmesi için 100 milyar Dolardan fazla yatırım yapmayı taahhüt etmiştir. Yani Özbekistan, pamuk üretiminde dünya çapında altıncı sırada yer almasına rağmen, Amerika'dan 100.000 ton pamuk satın almayı taahhüt etmiştir!

Özbekistan halkı aşırı yoksulluk içinde yaşamakta ve milyonlarca insan geçimini sağlamak için iş aramak üzere başka ülkelere göç etmektedir; ancak bu koşullara rağmen, cumhurbaşkanı ülkenin servetini Amerika'ya hediye etmektedir!Amerika gelişmiş ülkeler arasında birinci sırada yer alırken, Özbekistan 71. sırada yer almaktadır. O halde soru şudur: Özbekistan ve diğer ülkelerin, neden Amerikan ekonomisinin gelişimine yatırım yapmaları gerekiyor?

Batılı kapitalist ülkelerin refahının ve sözde yükselişinin, öncelikle kendi kontrolleri altındaki ülkelerin ve sömürgelerinin doğal kaynaklarını yağmalamalarından kaynaklandığı bir sır değildir.İslam beldelerinin başındaki yöneticiler ve onların ajanları da büyük oranda bu sürece dahil olup sömürgecilerinin bu kapitalist sistemi korumasına sürekli olarak yardımcı olmaktadırlar.

Bunun açık bir örneği, Trump'ın son zamanlarda dünya çapında, özellikle Müslüman ülkelere yaptığı turdur.Son birkaç on yıldır, sürekli olarak çelişkilere tanık olan bu yozlaşmış kapitalist sistemi korumak için mümkün olan tüm yollarla çalışanlar tam olarak bu despot yöneticilerdir.

Sadece bu yıl içinde Trump, İslam beldelerinin yöneticilerini Amerikan ekonomisini desteklemek için trilyonlarca Dolar ödemek zorunda bırakmıştır.Buna dair örneklerden bazıları şunlardır: Birleşik Arap Emirlikleri (1,4 trilyon Dolar), Katar (1,2 trilyon Dolar), Suudi Arabistan (600 milyar Dolar), Bahreyn (17 milyar Dolar), Kazakistan (17 milyar Dolar), Özbekistan (100 milyar Dolar), Malezya (150 milyar Dolar) ve diğerleri.

Tüm bu devasa yatırımlara rağmen, bu önlemlerin hiçbiri yozlaşmış kapitalist sistemin devam eden krizlerden kurtulmasına yardımcı olamamıştır.Şimdi sizlere, son yıllarda yaşanan küresel ekonomik krizlere dair bazı örnekler verelim:1987 yılında borsanın çöküşü (Kara Pazartesi), Asya finans krizi (1997–1998), dot-com çöküşü (2000–2002), küresel finans krizi (2007–2009), Avrupa borç krizi (2010–2015), Çin borsa krizi (2015), COVID-19 salgını krizi (2020) ve enerji ve enflasyon krizi (2021–2023).

Bugün Müslümanların başındaki yöneticiler, sömürgeci kafirlere olan bağlılıklarını açıkça ilan etmektedirler.Zira bu tiran yöneticiler, sömürgecilerin maddi desteğine bağımlıdırlar. Buna karşılık ABD ve diğer Batılı ülkelerin temsil ettiği sömürgeciler güçlerini, İslam ülkelerinin doğal kaynaklarından almaktadırlar.

Bu karşılıklı dayanışmaya teşvik eden unsurlardan biri de çöküşün eşiğinde olmaktır.Bu yüzden efendilerinden merhamet bekleyen Müslümanların başındaki yöneticiler, tüm kaynaklarına rağmen küresel ekonomik çalkantıyı önleyemeyen Amerikan ekonomisine trilyonlarca Dolarlık yatırım yapmaktadırlar.

Son zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri Ukrayna'da bir savaş başlattığı gibi dün de Çin'e karşı yeni bir ticaret savaşı başlatmıştır ki bu savaş, Avrupa ve dünyanın diğer ülkelerinin ekonomilerini şimdiden etkilemiştir. Zira Avrupa'da üretim önemli ölçüde zayıflamış olup Amerika'nın Avrupa ülkelerini üretimlerini kendisine aktarmaya zorlama arzusu, Avrupa'yı daha da zayıflatacak ve bu da gelecekte Allah'ın izniyle Müslümanların çıkarlarına hizmet edecektir!

Bu yozlaşmış sistem çöküşün eşiğinde olup Müslümanlar için geriye kalan tek şey, onun naaşına son çiviyi çakmaktır.Bunun tek yolu ise vahye dayalı doğru bir sistemdir;zira ister ekonomik ister içtimai ister eğitimsel, isterse siyasi olsun, insanlığın tüm sorunlarını doğru bir şekilde çözmeye muktedir olan sadece İslam'dır.

Allahu Teala, Muhkem Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin

Devamını oku...

Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması

Soru Cevap

Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması

Soru:

12 Nisan 2014 tarihli soru cevapta şöyle geçmektedir: “Çin’de güç ve meydan okuma duygusu mevcuttur. Ancak, sadece kendi bölgesini korumakla yetinmekte, ABD ile mücadelesini, Amerika’nın kendi bölgesine yönelik hamlelerine sadece bir tepki (reaksiyon) vermekle sınırlı tutmakta, Amerika’yı kendi bölgelerinde ve nüfuz alanlarında sarsmak için harekete geçmemektedir... Yine birçok alanda, özellikle de ekonomi alanında kapitalizmi benimsemektedir... Evet bunları yapmamış olmasaydı, uluslararası alanda sesi daha gür çıkar ve Amerika’nın çıkarları üzerindeki etkisi daha güçlü olurdu... Her hâlükârda Çin’de güç hissiyatı mevcuttur, kendi bölgesi sınırları içinde olsa bile, kendi kendine (zatî) hareket eder halde kalmak için çalışmaktadır...” Peki, Çin’in nadir elementlerin Amerika’ya ihracatını kısıtlaması, elinde bulundurduğu Amerikan Hazine tahvillerini satması, ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi, bölgeselcilik siyasi bakış açısından kurtulup, Amerika ile küresel ölçekte boy ölçüşecek bir görüş açısına sahip olduğunun bir göstergesi olmaz mı? Allah mükafatınızı artırsın.

Cevap:

Cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için şu hususların açıklığa kavuşturulması elzemdir:

1- Mao liderliğindeki Komünist Parti ile ABD’nin alenen desteklediği Çan Kay-Şek liderliğindeki Milliyetçi Parti arasında yaşanan çatışmanın ardından, Mao’nun galip gelmesiyle 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Çan Kay Şek liderliğindeki milliyetçi parti Tayvan’a kaçtı ve orada “Çin Cumhuriyeti”ni ilan etti... 1978 yılında Çin Komünist Partisi’nin başına Deng (Şiaoping) geçtiğinde ise, Mao’nun aksine ideoloji yerine ekonomiye öncelik verdi. Böylece düşük ücretlere ve yüksek dış ihracata dayalı bir ekonomik model icat etti ve daha fazla yabancı yatırımcı çekmek için kapıları açtı. Bu amaçla Çin’in doğu şehirlerinde 1979 yılında Özel Ekonomik Bölgeleri (ÖEB) kurdu.

2- Deng ile birlikte Çin, ekonomi, dış siyaset vb. alanlarda komünist ideolojiden vazgeçti ve kapitalizm ile komünizmi birbirine karıştıran karma bir sistem uygulamaya başladı! 1980 yılından bu yana 45 yıllık bir zaman dilimi içerisinde son derece hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirdi ve halen büyümeye de devam etmektedir. 2010 yılından itibaren de Amerika’dan sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip bir ülke oldu ve halen de öyle devam etmektedir. “Nitekim Bank of America; Çin’in 2035 yılına kadar Gayri Safi Yurtiçi Hasılasını ikiye katlayabileceğini ve bu süreçte dünyanın en büyük ekonomisi olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni geride bırakabileceğini ifade etti...” (27.02.2021 CNBC Arabia) Ekonomik açıdan durum budur.

3- Askerî açıdan bakıldığında ise Çin, ekonomik gücünü askerî güce dönüştürme yolunda ilerlemekte ve savunma harcamalarını her yıl artırmaktadır. “Çin bugün Çarşamba günü 2025 yılı Milli Savunma bütçesini yüzde 7,2 oranında artırmayı planladığını duyurdu. Bu, savunma bütçesinde üst üste onuncu tek haneli büyüme yılına işaret ediyor. Ülkenin planlanan savunma harcaması bu yıl 1,784665 trilyon Yuan ‘yaklaşık 249 milyar ABD dolarına ulaşacak...” (05 Mart 2025 El-Arabi News) Bununla birlikte, Çin ordusunun konvansiyonel ve nükleer yetenekleri de gelişmektedir. “ABD Savunma Bakanlığı’nın bugün Çarşamba günü Kongre’ye sunduğu raporda; 2024 yılının ortalarında Çin’in 600’den fazla nükleer başlığa sahip olduğu ve 2030 yılına gelindiğinde bu sayının bini aşacağı belirtildi...” (18.12.2024 Russia Today) Ayrıca Çin, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı kazanılan zaferin sekseninci yıldönümünü kutlamak amacıyla 03 Eylül 2025 tarihinde düzenlenen askeri geçit töreninde, gelişmiş silahlarının sergilenmesine özen gösterdi. Böylece Çin’in askeri silahlarda ne denli bir gelişme kaydettiği görüldü.

4- Siyasi olarak ise Çin, Avustralya, Japonya, Güney Kore gibi bölge ülkelerinin aksine Amerika’nın yörüngesinde hareket etmeyen bağımsız bölgesel büyük bir güçtür... İdeolojik olmasa da milliyetçilik ve ekonomik çıkar motivasyonundan hareketle bölge ülkelerinde siyasi hırsı olan bir ülkedir. Güney Çin Denizi, Çin için hayati bir öneme sahiptir; zira bu deniz bölgesi önemli deniz yolları, balıkçılık alanları ve Çin’in sürekli büyüyen imalat sektörünü ve ekonomisini beslemek için olmazsa olmaz olan deniz altı petrol ve gaz yatakları barındırmaktadır. “ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin 2013 tarihli raporuna göre “Deniz yatağında 11 milyar varil petrol ve 190 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu tahmin edilmektedir.” (2013.04.13 https://www.eia.gov/todayinenergy) Ayrıca dünya ticaretinin %80’inden fazlası Güney Çin Denizi üzerinden yapılmaktadır ve bunun yaklaşık 5,3 trilyon dolar değerinde ticari mala denk geldiği tahmin edilmektedir. (2016 China Power) Bu nedenle Çin, bu jeopolitik ve jeostratejik bölgeye ilgi duymakta ve üzerinde hak iddia etmektedir.

5- Dünyanın jandarmalığını yapan Amerika, Asya stratejisi gereği kâh Avrupa’daki asker ve ekipmanını pasifik bölgesine kaydırarak, kâh Tayvan krizini kullanarak, kâh Hindistan’ı kullanarak, kâh bölgesel ülkeler ile AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ve QUAD ile (Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Hindistan ve Japonya) askeri ittifaklar kurarak ve kâh Huawei gibi Çinli şirketlere ticari savaşlar açarak Çin’in yükselişini engellemeye ve Çin’i çevrelemeye çalıştı. Zira Amerika, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ideolojik olarak İslam’ı, devlet olarak da Çin’i düşmanlar listesinin en başına koydu. Her ne kadar Irak ve Afganistan savaşları Çin ile mücadelesini geri plana itmiş ve yavaşlatmış ise de bu savaşlardan sonra bütün hedefini Çin üzerine yoğunlaştırmış ve Trump döneminde olduğu gibi de ticaret savaşları üzerinden Çin’le olan mücadelesini sıkılaştırmıştır.

6- Bu açıklamanın ardından şimdi yukarıda sorulan sorunun cevabına geçelim:

A- Nadir toprak elementlerinin ihracatına gelince, Çin bunların özellikle ileri teknolojiye sahip modern endüstrilerde kritik öneme sahip olduğunu farkında; Bu elementlerden yaklaşık 17 türü, dünya çapında 200’den fazla modern endüstri ürününde kullanılmaktadır. Bu elementler, uçaklar, denizaltılar, uzay araçları ve İHA’lar gibi askeri sanayilerin olmazsa olmazıdır. Bu elementlerin büyük bir kısmı Çin’de çıkarılmaktadır. Çin, Amerika ile girdiği ticaret savaşında, Amerika’dan tavizler koparmak için bu nadir toprak elementlerini ona karşı bir koz olarak kullanmıştır... Nitekim, Trump, 8 Nisan 2025’te, Çin’e olan gümrük vergilerini kademeli olarak artırarak yüzde 104’e çıkaracağını açıkladığında, buna bir tepki (reaksiyon) olarak Çin de 9 Ekim 2025’de Amerika’ya nadir toprak elementleri ihracatını kısıtladığını duyurdu. Çin küresel NTE’nin yüzde 49’unu, küresel üretimin ise yüzde 69’unu elinde bulundurmaktadır... Yani mesele, bir etki ve tepki meselesidir... Sonra bu etki ve tepki döngüsü bir kez daha tekerrür etti. Trump gümrük vergilerini yaklaşık yüzde 47’ye düşürdü. Ardından Trump, 30 Ekim 2025 tarihinde Güney Kore’nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Forumu’nun 32. toplantısı marjında Çinli mevkidaşı ile yaptığı görüşmenin ardından uçağıyla ülkeden ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada, “Çin’e uygulanan gümrük vergileri yüzde 57’den yüzde 47’ye düşürülecek. Değerli madenler konusunda anlaşma sağlandı, artık engel olmayacak. Anlaşma 1 yıl süreyle uzatılacak.” dedi. (30.10. 2025 Şarku’l avsat, el-Arab el-Cedid) Dolayısıyla Çin’in nadir toprak elementlerine kısıtlama getirmesi dar görüşlülükten kurtulduğu anlamına gelmez. Aksine bu, ABD’nin aldığı gümrük vergisi kararına bir misilleme niteliğindedir yani bir pazarlık kozudur. Vakıa da buna doğrulamaktadır; nitekim gümrük vergileri düşürüldü ve nadir toprak elementleri kısıtlamaları bir yıllığına askıya alındı.

B- Çin’in elinde bulunan ve Ekim 2017’de 1 trilyon 189 milyar dolara ulaşan ABD Hazine tahvillerinin bir kısmını satmasına gelince: “Çin’in ABD Hazine tahvili varlıkları 2009’dan beri en düşük seviyeye indi... ABD Hazine Bakanlığı’nın dün Salı günü yayınladığı veriler, Çinli yatırımcıların elinde tuttuğu ABD devlet borçlarının değerinin 2024 yılında 57 milyar dolar azalarak 759 milyar dolara düştüğünü gösterdi. Buna, Çinlilerin sahip olduğu ancak başka ülkelerdeki hesaplarda tutulan Hazine tahvilleri dahil değildir.” (19.02.2025 El Cezire.net) Bu da yine ideolojik bir vizyondan ziyade risklerini azaltmak amacıyla savunma hamlesiyle alınmış bir karardır. Şöyle ki ABD ve Avrupa’nın, Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ardından, Rusya’nın 300 milyar dolarlık varlığını dondurduğu ve SWIFT sistemini bir silah olarak kullandığı biliniyor. Dolayısıyla Çin’in Tayvan’a saldırma olasılığı durumunda veya ticaret savaşları gibi başka herhangi bir sebep ötürü tıpkı Rusya’ya yaptığı gibi ABD tarafından Çin mal varlıklarının dondurulmasının önüne geçmek amacıyla Çin’in bu tahvilleri altın rezervine dönüştürmüş olması kuvvetle muhtemeldir. “Yalnızca geçen yıl Çin, rezervlerine 550 milyar dolar değerinde birkaç ton altın daha kattı. Geçen ay altının Çin’in resmi rezervlerindeki payı yüzde 4,9 ile tarihin en yüksek seviyesine yükseldi.” (18.05.2024 artigercek.com) Bazı uzmanların dile getirdiği gibi Çin’in sahip olduğu varlıkların azalmasının, bazı varlıkların Belçika merkezli Euroclear ve Lüksemburg merkezli Clearstream gibi menkul kıymet saklama kuruluşlarına transfer edildiği söylemi ise zayıf bir ihtimaldir. Çünkü bu durumda da ABD’den kaçırıp Belçika ve Lüksemburg’a naklettiği mal varlıkları Amerika’nın bu ülkelere yapacağı baskılar nedeniyle dondurulma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu yüzden en güvenli liman altındır... Bu sebeple altına dönüştürmüş ihtimali daha ağır basmaktadır. Yani bu hamle de Çin’in dar görüşlü akliyatında bir değişimin olduğunu göstermez, bir tedbir olarak değerlendirilebilir... Kısacası, Çin’in hem nadir element hamlesi hem de ABD Hazine tahvilleri satışı, soru cevapta da geçtiği üzere “ABD ile mücadelesini, Amerika’nın kendi bölgesine yönelik hamlelerine sadece bir tepki (reaksiyon) vermekle sınırlı tutmakta” Amerika’nın eylemlerine bir misilleme niteliğindedir.

C- Çin’in ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi meselesine gelince: “Çin Ordusu, 2027 yılına kadar Halk Kurtuluş Ordusu’nun (PLA) yüzüncü yıl hedeflerine ulaşma taahhüdünü yineleyerek, modernizasyon çabalarını hızlandırma ve savaşa hazırlık durumunu güçlendirme sözü verdi. Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Halk Silahlı Polis Kuvvetleri Heyeti Sözcüsü Wu Qian, yüzüncü yıl hedeflerine ulaşmanın ve askeri kapasiteyi geliştirme çalışmalarının Çin’in ulusal savunmasını modernize etme çabaları kapsamında “stratejik bir zorunluluk” olduğunu vurguladı. Wu, “Hedeflerimize planlanan zamanda ve güçlü bir performansla ulaşmak için çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız” açıklamasında bulundu. (13.03.2025 Defense-arabic.com) Ve “Financial Times gazetesi, mevcut ve eski ABD’li yetkililerin; Çin ordusunun Pekin’in batısında, ABD istihbarat servislerinin savaş zamanında bir komuta merkezi olarak hizmet vereceğine inandığı devasa bir kompleks inşa ettiğini ve bunun ABD Savunma Bakanlığı “Pentagon”dan çok daha büyük olduğunu söylediklerini aktardı. Gazete, elde ettiği uydu görüntülerinin, Pekin’in 30 kilometre güneybatısında 4 bin metrekareden fazla bir alana sahip inşaat sahasını gösterdiğini belirtti. Askeri uzmanların tahminine göre burada, olası nükleer savaşlar da dahil olmak üzere herhangi bir çatışma sırasında Çinli askeri liderleri korumak için büyük ve müstahkem sığınakları barındıracak derin çukurlar görünüyor...” (21.01.2025 El Cezire.net) Gerek ordunun modernizasyonu gerek Pekin’in 30 km yakınlarında devasa komuta merkezi kurması, gerek Güney Çin Denizi’nde yapay adalar inşa etmesi gerekse donanmasını hızla büyütmesi, ABD’nin askeri donanmasının yüzde 60’nı bölgeye yığmasına karşılık verilmiş bir tepkidir. Yani Çin, bu askeri kompleksin inşasıyla ikinci dünya savaşı sonrası sömürgelerinde İngiltere’yi tehdit etmek ve yerine geçmek için çatışmaya giren ABD ile sömürgelerinde çatışmaya girmeyi ve yerine geçmeyi amaçlamamaktadır ya da ABD’yi sömürgelerinden çıkarmak, nüfuzunu sarsmak ve yerine geçmek için ordusunu modernize etmeyi hedeflememektedir. Daha çok bunlar, ABD’nin Çin’in bölgesel alanı üzerindeki hegemonyasını engellemekle ilgili eylemlerdir. Soru cevapta geçtiği gibi “Ancak, sadece kendi bölgesini korumakla yetinmektedir” Yani ABD’nin bölgedeki askeri yığınağına verilmiş reaktif bir tepkidir.

7- Özetle, Çin, küresel çapta büyük bir devlet olabilecek her türlü maddi imkânlara artık sahiptir. Ancak şu ana kadar Çin’in hem kendi nüfuz alanlarında hem de diğer bölgelerde Amerika ile rekabet edebilecek cesarete sahip olmadığı görülüyor. İşte bu sebeple Çin, Amerika ve Batılı ülkelerin, 2022’de Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya’ya uyguladıkları yaptırımları görünce, daha önce planladığı ve tehdit ettiği üzere Tayvan’ı zorla ilhak etmekten geri durmaktadır. Dolayısıyla Amerika ve Batı’nın Afrika, Asya ve diğer bölgelerdeki nüfuz alanlarında Amerika’ya meydan okumaya kalkışmamaktadır. Hatta yıllar önce planladığı üzere, Pasifik kıyılarından Hint Okyanusu’na ve oradan -Cibuti hariç- Afrika’ya uzanacak askeri üsler ağı kurma politikasından da geri adım atmıştır. Yine Panama’daki çıkarlarına yönelik Amerikan tehditleri karşısında da kararlı ve ciddi bir tavır sergileyememiştir. Nitekim Panama bu tehditlere boyun eğerek, 06 Şubat 2025 tarihinde Çin’in Panama Kanalı üzerindeki denetimi konusunu da kapsayan Çin’in Yeni İpek Yolu anlaşmasından çekilmek zorunda kalmıştır... Bilakis Çin, kendi inisiyatifiyle harekete geçmek yerine sadece Amerika’nın kendisine yakın bölgelerdeki hamlelerine reaktif bir eylemde bulunmakla yetinmektedir... Dolayısıyla önceki soru cevabımızda zikrettiklerimiz hala geçerliliğini korumaktadır. Çin’in bölgesel görünürlüğü açık ve nettir ve bu alanda rekabet etmektedir. Ancak bu görünürlük, Amerika ile küresel düzeyde mücadele edecek bir küresel görünürlük değildir... Ne var ki bu tablo, şimdilik böyledir. Çin’in askerî ve ekonomik açıdan ilerlemesini sürdürmesiyle birlikte, ileride siyasal ve fikrî alanda yeni gelişmelerin ortaya çıkması ve bunun da onu daha aktif ve küresel bir siyasal rekabete sevk etmesi ihtimal dışı değildir...

8- Sonuç olarak Amerika da Çin de, bu dünyada hayırdan ziyade hem kendilerini hem de yandaşlarını çepeçevre kuşatan bir şer ve halkını da asla kurtuluşa erdirmeye sahte bir uygarlık uğrunda birbirleriyle itişip kakışmaktadırlar... Bugün yeryüzünde onlarda görülen bu üstünlük ise; dünyanın dört bir yanına hayrı yayacak, onların şerlerini bertaraf edecek ve yapılarını da yerle bir edecek olan bir devletin yokluğundan kaynaklanmaktadır... Şüphesiz ki Allah’ın izniyle o Raşidi Hilafet Devleti geri dönecektir. Daha önce Farsları ve Bizanslıları ortadan kaldırdığı gibi, onları da yeryüzünden silip atacaktır... Zira İslam ümmeti canlı ve faal bir ümmettir ve Allah’ın onun için seçip beğendiği o ilk siretine doğru hızla ilerlemektedir.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” [Ali İmran 110] Ayrıca bu ümmetin içinde; Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya samimi, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sadık bir parti (Hizb) vardır. O parti yürüyüşünü hızlandırmakta, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadini ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek için gecesini gündüzüne katmaktadır, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamaktadır, Allah’ın vaadi gerçekleşinceye, Allah’ın vaadi ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Raşidi Hilafet geri gelinceye, Konstantiniyye’nin fethedildiği gibi Roma da Müslümanların elleriyle fethedilinceye kadar azmi ve kararlılığı zerre kadar yumuşamayacak ve zayıflamayacaktır. Ahmed, Müsned’inde Abdullah ibn Amr ibn al-As’tan rivayet ettiği göre, “Biz, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem huzurunda toplanmış, onun sözlerini yazıyorduk. Derken, biri sordu:

فَقَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ حَوْلَ رَسُولِ اللَّهِ ﷺ نَكْتُبُ إِذْ سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ: أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلاً قُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ: مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ أَوَّلاً يَعْنِي قُسْطَنْطِينِيَّةَ “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi şehir önce fethedilecek, Konstantiniyye mi yoksa Roma mı?” Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “Önce Herakl’in şehri yani Konstantiniyye fetholunacaktır” buyurdu.”

وَيَوْمَئِذٍيَفْرَحُالْمُؤْمِنُونَ* بِنَصْرِاللَّهِيَنْصُرُمَنْيَشَاءُوَهُوَالْعَزِيزُالرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

H.01 Cumâde’s Sânî 1447
M.22 Kasım 2025

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/11/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/11/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️  BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı
◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi
◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı
◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu

H. 4 Cumade’s Sânî 1447 - M. 25 Kasım 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı ◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi ◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı ◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu
Devamını oku...

İşgal Zindanlarında Esaret Altındaki Çocuklar, Çocuk mudurlar Yoksa Adam mıdırlar?

Esirler Kulübü de dahil olmak üzere esir işleriyle ilgilenen Filistinli kurumlar; işgalcinin Gazze’ye yönelik savaşının başlamasından bu yana Batı Şeria ve Kudüs’ten 1630’dan fazla çocuğu, Gazze Şeridi’nden ise onlarca çocuğu tutukladığını belirtti. Bu kurumlar, Megiddo Hapishanesi’nde bir çocuğun maruz kaldığı açlık, mahrumiyet ve işkence politikaları sonucunda şehit olduğuna dikkat çekti. Aralarında iki kız çocuğunun da bulunduğu 350 çocuk halen işgal zindanlarında tutuluyor. Reşit olmayanların korunmasına ilişkin tüm uluslararası standartlara tamamen aykırı bir şekilde zorlu koşullar altında tutulmaktadırlar. Bu çocuklar işkenceye, aç bırakılmaya, tıbbi ihmale, cinsel saldırılara ve toplu tecride maruz kalmakta; aile ziyaretlerinden mahrum bırakılmaktadırlar.

Geçtiğimiz on yıllar boyunca gaspçı Yahudi varlığı, insani değerlerle çelişen bir dizi sistematik politika aracılığıyla esir çocuklara yönelik fiziksel ve psikolojik yıkım operasyonları yürütmüştür. Çocuklar; öldürme, yaralama, eğitimden mahrum bırakma ve on binlercesinin tutuklanması yoluyla en fazla hedef alınan kesim olmuştur. Ev baskınlarında, çatışmalarda, kontrol noktalarında, sokaklarda ve hatta okullardan kaçırılarak tutuklanan çocuklar, defalarca askeri operasyonlarda insani kalkanı olarak kullanılmışlardır.

Soruşturma aşaması, işgal zindanlarındaki çocuklar için en zalim ve en acımasız safhadır. Sorgu aşamasında, onları terörize etme, iradelerini kırma ve onlardan itiraf koparma amacı güdülür. Kapalı odalarda, ebeveynleri veya bir avukat hazır bulunmaksızın saatlerce sorguya çekilirler. Uykusuz bırakılırlar, üzerlerinde ve geleceklerinde derin izler bırakan sürekli baskıya maruz kalırlar. Keyfî idari tutuklama ise işgalcinin Filistin halkına özellikle de çocuklara karşı kullandığı en baskıcı araçlardan biridir. Onlara açık bir suçlama yönetilmez, gerçek bir mahkemeye çıkarılmazlar. “Gizli dosya” bahanesiyle çocuk ve avukatlarının, dosyaların içeriğini görmesine izin verilmez.

Hapishane içinde ise çocuklar, asgari insani standartlardan yoksun, zorlu koşullar altında yaşamaktadırlar. Dayak, elektrik şoku, yüksek sesli müzik çalarak uykusuz bırakma (disko odası), sürekli kelepçeleme/bağlama, köpeklerle saldırı, sözlü taciz, tecrit, cinsel taciz ve toplu cezalar gibi işkencelere maruz kalmaktadırlar. Buna ek olarak; aç bırakma, hijyen eksikliği, aşırı kalabalık, böceklerin yayılması, havalandırma ve aydınlatmadan yoksun odalarda tutulma, hastalıkların yayılmasına yol açan tıbbi ihmal ve sağlık hizmetlerinin yokluğu, kıyafet eksikliği, aile ziyaretinden mahrumiyet, sistematik bir psikolojik ve fiziksel yıkım politikası çerçevesinde adli suçlu Yahudi çocuklarla birlikte tutulma gibi uygulamalarla karşı karşıyadırlar.

Öte yandan Şehitlerin Cenazelerini Geri Alma Ulusal Kampanyası, çocuklara yönelik kasıtlı infaz suçlarında tehlikeli bir artış olduğunu ve cenazelerin alıkonulması politikasının sürdüğünü bildirdi. İçinde bulunduğumuz Kasım ayının başından bu yana işgalci, altı çocuğu soğukkanlılıkla öldürüp cenazelerini teslim etmedi. Böylece Kampanya’nın belgelediği, işgalcinin dondurucularında ve “Rakamlar Mezarlığı”nda tutulan toplam 752 şehit cenazesi de içinde, cenazesi alıkonulan çocuk şehitlerin sayısı 73’e yükseldi.

Bu istatistikler, dünyanın, çocukların hayatın her alanındaki başarılarını, gelişimlerini ve doğal büyümelerini kutladığı sözde “Dünya Çocuk Günü” münasebetiyle esir kurumları tarafından yayınlandı. Filistinli çocuklar; kendilerini hedef alan, haklarını ihlal eden, onurlarını çiğneyen baskıcı bir makineyle karşı karşıyadırlar; öldürülmekteler, tutuklanmaktalar, en temel kanunların bile ihlal edildiği askeri mahkemelerde, iddia ettikleri çocuk ve insan haklarından fersah fersah uzak, ağır cezalara çarptırılmaktadırlar. Ancak Allah’ın azabı kaçınılmazdır:

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ * مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ “İnkâr edenlerin (refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın. (Onlarınki) az bir meta (faydalanma)dır. Sonra onların varacağı yer cehennemdir. O ne kötü bir yataktır!” [Ali İmran 196]

Devamını oku...

Yoksul Müslümanlar, Sefih Yöneticilerin Yatırımlarına Amerika’dan Daha Layıktır

Suudi Veliaht Prensi, 18 Kasım 2025 Salı günü Amerika’nın kapısına giderek ajanlığını ve sefihliğini bir kez daha tescilledi! Ümmetin servetini efendisi Amerika’nın ayaklarına serdi, İslam ümmetine ihanet etti ve iki Devletli Çözüm yalanı karşılığında Yahudilerle “Abraham Anlaşmaları”na girmeyi kabul ederek Allah ve Rasûlü’ne savaş açtı!

Beyaz Saray’ın açıklamasına göre Trump ve İbn Selman, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı derinleştiren, Amerika’ya iş ve para kazandıran, hayati tedarik zincirlerini güçlendiren ve bölgesel istikrarı destekleyen bir dizi anlaşma imzaladı. Açıklamada, Amerika’nın sivil nükleer işbirliğinde Suudi Arabistan’ın ortağı olacağı vurgulanarak, iki ülkenin nadir metaller (elementler) konusunda işbirliğini derinleştirmek ve bu metallerin tedarik zincirlerini çeşitlendirmek amacıyla ulusal stratejileri koordine etmek üzere bir çerçeve anlaşması imzaladığına dikkat çekildi. Ayrıca açıklamada, ortak savunma anlaşmaları imzalandığı, Suudi Arabistan’ın F-35 uçakları ve 300 tank satın almasına ve Amerika’daki yatırımlarının 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarılması karar verildiği belirtildi.

Trump’ın Suudi hanedanına sağmal inek gibi davrandığı ve Amerika’nın dış politikalarını uygulama araçlarından biri olarak gördüğü açıktır. Yahudi varlığının kuruluşundan bu yana Suudi rejimi Yahudilere tek bir kurşun bile sıkmamıştır. O halde Yahudi varlığı kurulalı beri ona tek kurşun atmayan Suud rejimi, bu silahları kime karşı kullanacak? Müslümanları öldürmek için değil mi? Yemen savaşı bunun canlı bir örneği değil mi?! Kendi halkı ve İslam dünyası açlıktan kırılırken, Amerika’nın batık ekonomisini kurtarmak için trilyonlarca doları neden oraya akıtıyorlar? Bu, Müslümanların mallarını Amerika ekonomisini desteklemek için heder ettikleri veya saraylarında, şehvetleri uğruna ya da Ümmete hiçbir faydası olmayan projeler için saçıp savurdukları ilk sefer değildir.

Suud hanedanı yöneticileri de diğer Müslümanların yöneticileri gibi sefih kimselerdir; malları ümmete fayda sağlamayacak yerlere saçıp savurmaktadırlar. Bu mallar ne onların ne de babalarının mallarıdır; bilakis Ümmetin hakkıdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

النَّاسُ شُرَكُاءُ فِي ثَلَاثٍ: فِي الْمَاءِ وَالْكَلَأِ وَالنَّارِ“İnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.” Petrol, gaz, madenler, denizler ve nehirler kamu mülkiyetidir. Devlette asıl olan, bunları gözetip korumak ve insanların bunlardaki haklarını almalarını sağlamaktır. Eğer İslam beldelerindeki rejimler bunu yapsaydı, orada tek bir fakir bile kalmazdı. Ancak sefih yöneticiler insanları haklarından mahrum etmekte, bunları şehvetleri uğruna saçıp savurmakta ve ümmetin düşmanları olan efendilerine peşkeş çekmektedirler.

Ey Müslümanlar! Bu yapılanlar ancak akılsızların (sefihlerin) işidir. Sefihin hükmü ise hacr altına alınmasıdır (mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanmasıdır). Öyleyse yöneticilerinizi hacr altına almak ve mallarınız üzerinde tasarrufta bulunmalarını engellemek için acele edin. Hilafeti kurmak ve böylece Rabbinizi razı etmek, yeryüzünde O’nun şeriatını ikame etmek ve dinini tüm insanlara taşımak, dünya ve ahiret saadetine erişmek için Hizb-ut Tahrir ile çalışmaya koşun. Hilafet, o sefih yöneticilerin saçıp savurduğu mallarınızı size geri iade edecektir.

Devamını oku...

Rohingya Krizi İçin Kalıcı Çözümün Yokluğu

South China Morning Post gazetesi 10 Kasım’da, Birleşmiş Milletler’in; umutsuz mültecilerin deniz geçişlerinin kontrolsüz bir şekilde devam etmesi halinde Güneydoğu Asya’nın “başka bir insani felaketle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunduğunu belirtti. Malezya açıklarında bir teknenin batması sonucu aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu en az 21 kişinin hayatını kaybetmesi, Myanmar’daki çatışmalardan ve komşu Bangladeş’teki kötüleşen koşullardan kaçan mültecilerin son derece tehlikeli deniz yolculuklarında yeni bir dalga yaşanacağına dair korkuları artırdı. Malezya Bölgesel Denizcilik Ajansı Başkanı Romli Mustafa’ya göre hayatını kaybedenlerden 12’sinin cesedi Malezya’da, 9’nun ise komşu Tayland’da bulundu.

İnsan hakları kuruluşları ve uluslararası kurumlar, bu trajedinin önümüzdeki aylarda yaşanabileceklerin bir işareti olduğunu vurgulamaktadır. Muson mevsimlerinin (Ekim-Aralık) sona ermesiyle birlikte denizlerin nispeten daha sakin ve geçişe uygun hale gelmesi nedeniyle dünyanın en büyük mülteci kamplarından birinde yaşayan yüzbinlerce Arakanlının bulunduğu Bangladeş’in Cox’s Bazar bölgesi ve Arakan’dan yola çıkışlar da doğal olarak artmaktadır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 2024 yılında Myanmar ve Bangladeş’ten yaklaşık 7800 Rohingyalının denizi geçmeye çalıştığını, 650’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini veya kaybolduğunu tahmin etmektedir. Bunun 2015’ten bu yana en yüksek sayı olduğu açıklanmıştır. Rohingya Hakları Savunma Ağı, This Week in Asia gazetesine verdiği demeçte, Gıda eksikliği, hareket kısıtlamaları ve artan güvensizlik hayatı çekilmez hale getirdi. Birçoğu denizi son çare olarak görüyor” dedi ve kaçakçıların Malezya veya Endonezya’ya geçiş için kişi başına 3.000 ABD Dolarına kadar ücret talep ettiğini belirtti.

Myanmar’daki zulüm, mülteci kamplarındaki umutsuzluk ve ASEAN ülkelerinin kalıcı çözümler üretememesi gibi iç içe geçmiş krizler, insanları yeniden ölümle burun buruna getiren deniz yolculuklarına mecbur etmekte ve birçoğu hedefine asla ulaşamamaktadır.

Yaklaşık yirmi yıldır mevcut rejim, Arakan krizine sürdürülebilir bir çözüm bulamamış, Rohingyalıların acıları mevsimlik muson dalgalarına terk edilmiştir. Bu sürdürülemez durum, başta Müslüman ülkeler olmak üzere ASEAN, uluslararası kurumlar ve Birleşmiş Milletler’in; yetki sınırlarını, ulusal güvenliği veya ekonomik çıkarlarını bahane ederek cılız ve yüzeysel çözümlerle yetinmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu yetkililer, sahte ulusçuluk temelli laik kapitalist düzenin konfor alanında kalmayı tercih etmişlerdir.

Dahası bu yöneticiler, sürdürülebilir alternatif çözümleri görmezden gelmektedirler. Çünkü hiçbiri İslam’ı benimsemeye yanaşmamaktadır; Allah ve Rasûlü’nün hidayetine göre “en hayırlı ümmet” olma vasıflarını, İslami Risâletlerini, gayelerini ve arzularını yitirmiş durumdadırlar. Oysa gerçekte İslam’ın, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu kavline uygun olarak etkili ve sürdürülebilir çözümlere sahip olduğu gün gibi ortadadır:

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72]

İslam; Endonezya, Malezya ve Bangladeş’teki Müslümanların yöneticilerine, Rohingyalı mülteciler için derhal acil yardım tedbirleri almalarını emretmektedir. Bu tedbirler şunları içermelidir:

1- Ülke sınırlarının Rohingyalı mültecilere açılması.

2- Hala denizde olanlar için kurtarma ekiplerinin gönderilmesi.

3- Tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve gözetilmesi.

4- Rohingyalı Müslümanlara yönelik zulmünü ve vahşetini durdurması için baskıcı Myanmar rejimine siyasi baskı uygulanması.

5- Ve son adım olarak; siyasi baskının göz ardı edilmesi halinde ise İslam’ın ve Müslümanların onurunu korumak için orduların seferber edilmesi!

Bununla birlikte tüm bu tedbirlerin etkili olabilmesi, Müslümanların yöneticilerinin kapitalist sistemin konfor alanını terk ederek İslami sisteme yönelmesine bağlıdır. Bu sistem; yerleri nerede olursa olsun bedeline bakmaksızın Müslümanları zulümden korumak, kanlarını ve namuslarını savunmak için siyasi, ekonomik ve askeri tüm araçlarını kullanacak ve tüm çabalarını seferber edecektir. Çünkü Hilafet; bencil ulusal çıkarlara veya ekonomik kazançlara göre hareket eden bir devlet değildir; insan nefsinin onurunu yücelten ve Müslümanların kanının korunmasını elzem gören İslam’ın soylu ahlaki değerlerine dayanan ideolojik bir devlettir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER