Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hükümetin Sloganları ve Acı Gerçeklik Arasında Mısır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hükümetin Sloganları ve Acı Gerçeklik Arasında Mısır

Yoksulluk ve Kapitalist Politikalar Hakkındaki Tüm Gerçekler

Gate El-Ehram 4 Kasım 2025 Salı günü Mısır Başbakanı'nın Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen İkinci Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi'nde Cumhurbaşkanı adına yaptığı konuşmada, Mısır'ın “çok boyutlu yoksulluk” da dahil olmak üzere her tür ve boyuttaki yoksulluğu ortadan kaldırmak için kapsamlı bir yaklaşım uyguladığını söylediğini aktardı.

Yıllardır Mısır'daki resmi söylemler, “yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı bir yaklaşım” ve “Mısır ekonomisine gerçek bir ivme kazandırmak” gibi ifadelerle doludur. Yetkililer, konferanslarda ve etkinliklerde bu sloganları, yatırım projelerinin, otellerin ve tatil köylerinin parlak görüntüleriyle birlikte tekrarlamaktadırlar.Ancak uluslararası raporların da tanık olduğu gibi gerçeklik tamamen farklıdır. Zira Mısır'da yoksulluk, hükümetin tekrarlanan iyileştirme ve kalkınma vaatlerine rağmen kökleşmiş, hatta daha da kötüleşen bir olgu olmaya devam etmiştir.

UNICEF, ESCWA ve Dünya Gıda Programı'nın 2024 ve 2025 raporlarına göre, Mısırlıların yaklaşık beşte biri çok boyutlu yoksulluk içinde yaşmakta, yani eğitim, sağlık, barınma, iş ve hizmetler gibi temel yaşamın birden fazla yönünden mahrum kalmaktadırlar. Ayrıca veriler, ailelerin %49'undan fazlasının yeterli gıdaya ulaşmakta zorluk çektiğini teyit etmektedir ki bu da, yaşam krizinin derinliğini yansıtan şok edici bir rakamdır.

Finansal yoksulluğa, yani yaşam maliyetlerine kıyasla gelirin azalmasına gelince; art arda gelen enflasyon dalgalarının insanların ücretlerini, çabalarını ve birikimlerini tüketmesi sonucu keskin bir şekilde artış göstermiş, bu da Mısırlıların, büyük bir oranı kalıcı olarak çalışmalarına rağmen finansal yoksulluk sınırının altına düşmelerine neden olmuştur.

Hükümet, “Dayanışma ve Onur” ve “İnsana Yakışır Yaşam” gibi girişimlerden söz ederken uluslararası rakamlar, bu programların yoksulluk yapısını kökten değiştirmediğini, aksine çöle düşen bir damla misali geçici ağrı kesicilerle sınırlı kaldığını ortaya koymaktadır. Nitekim nüfusun yarısından fazlasının yaşadığı Mısır kırsalı, hâlâ yetersiz hizmetler, uygun iş fırsatlarının olmaması ve bakımsız altyapı sorunlarıyla boğuşmaktadır. ESCWA raporu, kırsal alanlardaki yoksulluğun şehirlere göre kat kat fazla olduğunu teyit etmekte olup bu da servetin kötü dağılımını ve çevrenin kronik ihmalini ortaya koymaktadır.

Başbakan, “hükümetin ekonomik reform tedbirlerine tahammül eden” ülkenin evlatlarına teşekkür ederken, aslında bu politikalardan kaynaklanan gerçek acıları onaylamış olmaktadır.Ancak bu kabullenme, yaklaşımda bir değişime değil, aksine krize neden aynı kapitalist yolda daha fazla ilerlemeye yol açmıştır.

2016 yılında "dalgalı" programlar, sübvansiyonların kaldırılması ve vergilerin artırılmasıyla başlayan sözde reform, aslında bir reform değil, aksine yoksullara borç ve açık maliyetlerini yükleyen bir reform olmuştur. Zira yetkililerin "yeni bir başlangıçtan" bahsettiği bir zamanda, devasa yatırımlar zenginlere hizmet eden lüks gayrimenkul ve turizm projelerine yönlendirilmekte ve milyonlarca genç iş veya barınma fırsata bulamamaktadır. Bilakis Matruh'daki El Rum bölgesi gibi tahmini yatırımı 29 milyar Dolar olan bu projelerin çoğu, toprak ve servetlere el koyan ve bunları insanlar için geçim kaynağı değil, yatırımcılar için kâr kaynağı haline getiren yabancı sermaye ortaklıklarıdır.

Sistem, sadece yozlaşmış olduğu için değil, aynı zamanda tüm devlet politikalarının odak noktasına parayı koyan kapitalizm sistem gibi batıl bir fikir üzerinde hareket ettiği başarısız olmaktadır. Zira kapitalizm, mutlak mülkiyet özgürlüğüne dayanmakta olup servetin, üretim araçlarına sahip azınlığın elinde toplanmasına izin verirken, çoğunluk ise vergilerin, fiyatların ve kamu borcunun yükünü taşımaktadır.

Bu nedenle sözde "sosyal koruma programlarının" hepsi, vahşi kapitalizmin yüzünü güzelleştirme ve zenginleri kayıran ve fakirlerden alan zalim bir sistemin ömrünü uzatma çabasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla hastalığın kökünü, yani servetin tekelleştirilmesini ve ekonominin uluslararası kuruluşlara bağımlılığını çözmek yerine, yoksulluğu hafifletmeyen ve onuru korumayan kırıntılar gibi nakit yardımlar dağıtmakla yetinilmektedir.

Gözetim, bir yöneticinin tebaasına bahşettiği bir lütuf değil, hem bu dünyada hem de ahirette Allah'a hesap vereceği şerî bir vacip ve sorumluluktur. Bugün yaşananlar, halkın işlerinin kasıtlı olarak ihmal edilmesi ve Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'ndan alınan şartlı krediler lehine gözetim görevinin terk edilmesidir.

Devlet, bizzat kapitalist sistemin yarattığı şişirilmiş açığı kapatmak için vergiler koyarak, sübvansiyonları azaltarak ve kamu mülkiyetlerini satarak, yoksullukla yabancı alacaklılar arasındaki bir aracı haline gelmiştir.Bütün bunlar, faizin yasaklanması, kamu mallarının bireyler tarafından sahiplenilmesinin engellenmesi, Müslümanların Beytu’l Mâl’inden tebaaya harcama yapılması vacibi gibi ekonomiyi düzenleyen şerî mefhumların kaybolmasından dolayıdır.

İslam, yoksulluğun, sadece parasal destek veya kozmetik projelerle değil, kökten tedavi eden kapsamlı bir ekonomik sistem sunmuştur. Nitekim bu sistem, en önemlileri aşağıdakiler olan şerî temellere dayanmaktadır:

1- Devleti zincirleyen ve kaynaklarını tüketen faiz ve faizli borçların haram olması; dolayısıyla faizin ortadan kaldırılmasıyla ekonominin uluslararası kurumlara bağımlılığı da ortadan kalkacak ve ümmetin mali egemenliği geri dönecektir.

2- Üç tür mülkiyetin olması:

Ferdi mülkiyet: Evler, dükkanlar ve özel çiftlikler gibi...

Kamu mülkiyeti: Petrol, gaz, mineraller ve su gibi büyük servetleri kapsamaktadır…

Devlet mülkiyeti: Fey, rikaz (maden, define ve hazine gibi kendiliğinden yer altında bulunan veya insanlar tarafından yer altına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli maden ve eşyayı ifade eder) ve harac arazileri gibi…

İşte bu dağıtım sayesinde adalet sağlanacak ve küçük bir grubun ümmetin kaynaklarını tekeline alması önlenecektir.

3- Tebaanın her bir insanı için yeterliliğin sağlanması: Devlet, gözetimi altındaki her bireyin temel gıda, giyim ve barınma ihtiyaçlarını garanti eder. Eğer çalışmaktan aciz olursa, onun harcamasının Beytu’l Mâl tarafından yapılması gerekir.

4- Zorunlu zekat ve infak: Zekat, bir iyilik değil, aksine devlet tarafından toplanan ve yoksullara, muhtaçlara ve borçlulara şerî bir şekilde harcanan bir farzdır. Dolayısıyla bu, paraları toplumdaki yaşam döngüsüne geri döndüren etkili bir dağıtım aracıdır.

Üretken çalışmaya teşvik edilmesi gerektiği gibi sömürünün önlenmesi ve spekülasyonlara, lüks gayrimenkullere ve hayali projelere değil, ağır ve savaş sanayileri gibi gerçek ve faydalı projelere kaynak yatırımları yapılmasına da teşvik edilmesi gerekir. Tekelleşme veya dalgalı kurlar yerine, gerçek arz ve talebe dayalı fiyatların kontrol edilmesi gerekir.

Sadece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti bu hükümleri pratik olarak uygulamaya muktedirdir; çünkü Hilafet, İslam akidesi esası üzerine inşa edilmiş olup hedefi ise insanların paralarını toplamak değil, onların işlerini gözetmektir.Çünkü Hilafetin gölgesinde faiz, şartlı krediler ve kamu varlıklarının yabancılara satışı yoktur; aksine kaynaklar ümmetin çıkarları doğrultusunda yönetilmesi ve Beytu'l Mâl'in, devlet kaynakları, harac, enfal (savaş ganimetleri) ve kamu mallarından sağlık, eğitim ve kamu hizmetlerinin finansmanı üstlenmesi vardır.

Yoksullara gelince; onların temel ihtiyaçları, geçici sadakalarla değil, garanti edilmiş şerî bir hak olarak fert fert güvence altına alınmıştır. Bu nedenle İslam'da yoksullukla mücadele siyasi bir slogan değil, aksine adaleti tesis eden, zulmü önleyen ve serveti hak sahiplerine geri veren kapsamlı bir hayat sistemidir.

Resmi söylemler ile yaşanan gerçeklik arasında, hiç kimse için gizli olmayan büyük bir uçurum vardır. Zira hükümet “mega” projeleri ve “gerçek atılımıyla” övünüp dururken, milyonlarca Mısırlı yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve yüksek fiyatların, işsizliğin ve umutsuzluğun acısını çekmektedir. Gerçek şu ki, Mısır kapitalizm yolunda ilerlemeye, ekonomisini tefecilere teslim etmeye ve uluslararası kurumların politikalarına boyun eğmeye devam ettiği sürece bu acılar asla son bulmayacaktır.

Mısır'ın krizleri ve sorunları maddi değil insani olup İslam temelinde bunların nasıl ele alınıp çözüleceğini açıklayan şerî hükümler bulunmaktadır; aslında çözümler, görmezden gelmekten daha kolaydır ancak doğru yolda yürüyen ve Mısır ile halkının gerçekten iyiliğini isteyen özgür iradeye sahip samimi bir yönetime ihtiyaç vardır; işte o zaman bu yönetim, başta gaz, petrol, altın ve diğer maden ve kaynak arama faaliyetlerinde bulunan şirketler olmak üzere ülkenin varlıklarını ve kamu mallarını tekelleştiren şirketlerle daha önce imzalanan tüm sözleşmeleri gözden geçirecek, aslında ülkenin zenginliklerini yağmalayan sömürgeci şirketler oldukları için bu şirketlerin tamamını kovacak, sonra insanları ülkenin zenginlikleriyle güçlendirmek ve petrol, gaz, altın ve diğer minerallerden servet üreten şirketler kurmak veya kiralamak ve bu servetleri yeniden insanlara dağıtmak temelinde yeni bir sözleşme formüle edecektir. Böylece insanlar, devletin hakları olarak kullanmalarına imkan vereceği ölü toprakları işleyebilecekler, aynı zamanda Mısır ekonomisini canlandırmak ve halkının ihtiyaçlarını karşılamak için üretilmesi gerekenleri üretebilecekler ve devlet bu yolda onlara destek olacaktır; bunların hiçbiri hayal ürünü ve ulaşılması imkansız olmadığı gibi deneme amaçlı önerdiğimiz ve başarılı olabileceği gibi başarısız da olabilecek bir proje de değil; aksine bunlar devlet ve tebaa için bağlayıcı olan şerî hükümlerdir. Dolayısıyla devletin, zalim uluslararası yasalarla onayladığı, desteklediği ve koruduğu sözleşmeleri bahane ederek insanların mülkü olan ülkenin servetlerini israf etmesi caiz olmadığı gibi yine devletin insanları bu servetten mahrum bırakması da caiz değildir; aksine insanların servetlerini yağmalamaya çalışan herkesin elini kesmesi gerekir. İslam'ın sunduğu ve uygulanması gereken işte budur; ancak bu, İslam'ın diğer sistemlerinden ayrı olarak uygulanamaz; aksine sadece Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti yoluyla uygulanabilir. Hizb-ut Tahrir'in yükünü taşıdığı ve kendisine davet ettiği devlet işte budur; bu yüzden Hizb-ut Tahrir, Mısır'ı, halkını, hem halkı hem de orduyu bunun için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir. Umulur ki Allah, katından bir fetih nasip eder de böylece İslam'ın ve ehlinin izzetli olduğu günleri görebiliriz; Allah'ım, bunu bir önce nasip et.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِO ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” [Araf 96]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl

Devamını oku...

İslami Hidayet Olmadan, Ümmet Kültürel Yozlaşmaya Maruz Kalmaya Devam Edecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslami Hidayet Olmadan, Ümmet Kültürel Yozlaşmaya Maruz Kalmaya Devam Edecektir!

Haber:

Malezyalı bir pop grubu "Dolla", dini şahsiyetlerin sert eleştirileri ve Din İşleri Bakanı'nın kıyafetlerin sanatçılar için İslam kurallarını aykırı olabileceği yönündeki uyarısının ardından “Question” adlı şarkılarının müzik videosunu geri çekti.Vaize Esma Harun, "dar ve yapışkan kıyafetleri" kınadı ve videoyu ahlaksızlık olarak nitelendirdi.Bakanlığın, Müslüman kadın sanatçıların kıyafetlerine ilişkin yeni yönergeler üzerinde çalışması, icat edicilik üzerindeki kısıtlamaların artmasına ilişkin endişelerin artmasına neden olmuştur. “Universal Music Malaysia”, kültürel ve dini hassasiyetlere saygı göstererek videoyu kaldırdı.Bakanlık bu adımı memnuniyetle karşılarken, bazı hayranlar Malezya'da yaratıcılık alanının daraldığını iddia ederek grubu uluslararası alanda performans sergilemeye devam etmesi yönünde teşvik etti. (Independent)

Yorum:

Dolla grubunun videosunun kaldırılması haberi, İslam beldelerindeki daha derin bir sorunu, yani İslami değerleri kültürel işgalden koruyan bir sistemin yokluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yabancı etkileri kontrol altına alacak İslami bir çerçeve olmadan, Müslüman ülkeler, İslam dışı toplumlardan gelen moda, eğlence ve popüler kültür akımlarına maruz kalır bir hale gelmişlerdir; bu akımlar çoğu zaman İslami ahlakla çatışmakta ve aşamalı olarak haya ve disiplinin aşınmasına yol açmaktadır.

Erkekler ve kadınlar arasındaki sınırların ortadan kalkmasıyla birlikte, haram olan ihtilat, müstehcen giysilerin normalleşmesi, kadın bedenlerinin metalaşması ve hayanın kaybolması gibi tehlikeli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.Bu da artan taciz ve tecavüzler, ailelerin dağılması, sanat sektöründe istismar ve net ahlaki standartlardan yoksun büyüyen bir neslin kaybı gibi daha geniş toplumsal krizlere yol açmaktadır. Bunlar münferit olaylar değildir, aksine Allah'ın şeriatına uygun olmayan değerlerle şekillenen bir toplumun belirtileridir.

Müslümanların, ahlak ve kültürü korumanın sadece ani tepkilerle değil, aksine eğitim, medya, kamu politikaları ve sosyal yaşamda İslam'ı kapsamlı bir şekilde uygulamakla olacağını anlamaları gerekir.Şeriat standart olduğunda, yabancı kültürler düzenlenebilir, böylece onlardan yararlı olanı alıp zararlı olanı reddedebiliriz.

Aksi takdirde Müslümanlar yıkıcı kültürel akımlara maruz kalmaya devam edeceği gibi genç nesil de kaybolmaya maruz kalmaya devam edecektir. Ümmetin kimliğini, haysiyetini ve ahlaki geleceğini korumak için İslam'a tam bir yaşam biçimi olarak geri dönmekten başka bir yol yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...

Trump ve Nükleer Testler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump ve Nükleer Testler!

Haber:

Amerikan CNN ağı, Amerikan yönetiminin enerji ve nükleer enerji sektörlerinden üst düzey yetkililerin, Başkan Donald Trump'ı nükleer silah denemelerine yeniden başlamaktan caydırmak için Beyaz Saray'ı ziyaret etmeyi planladıklarını bildirdi.

Yorum:

Birincisi: Trump, 29 Ekim'de Savaş Bakanlığı'na (Pentagon) ülkesinin nükleer silahlarını derhal test etmeye başlaması talimatını verdiğini duyurdu. Amerika'nın Rusya ve Çin ile silahlanma yarışında üstünlüğünü kaybetmeye başladığı konusunda uyarıda bulundu ve şunları ekledi: “Nükleer silahların muazzam yıkıcı gücü nedeniyle, bunların varlığından nefret ediyordum, ancak başka seçeneğim yoktu. Rusya ikinci sırada, Çin ise büyük bir farkla üçüncü sırada yer alıyor, ancak beş yıl içinde eşitlenecekler.”

İkincisi: Trump'ın Savunma Bakanlığı'na verdiği talimat gariptir; çünkü testlerden asıl sorumlu olan kurum, Las Vegas'ın kuzeybatısındaki Nevada Test Sahası'nı denetleyen Enerji Bakanlığı'na bağlı Ulusal Nükleer Güvenlik İdaresi'dir; zira ABD'nin son nükleer testi Eylül 1992'de bu sahada gerçekleştirilmiştir.

Ancak soru şudur: Amerikan ve Rus nükleer cephanelikleri arasındaki büyük farka rağmen Amerika'nın bu testleri yapmasına gerek var mıydı?Peki aşama olarak Rusya'dan daha zayıf olan Çin'in nükleer cephaneliği ne olacak?Dünya bu bombalara veya testlere ihtiyaç duymuyor; çünkü bu kavmin sahip olduğu şeyler sadece dünya gezegenini değil, birçok gezegeni yok etmek için yeterlidir. Peki Trump'ın asıl hedefi nedir? Rusya'yı mı yoksa Çin'i mi kastediyor?

Asıl hedef Rusya değil, aksine Çin'dir; ABD Dışişleri Bakanı, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nde yakın zamanda yapılan onay oturumunda, Çin'in “Amerikan ulusunun şimdiye kadar karşılaştığı en güçlü ve tehlikeli düşman” olduğunu teyit etmiş, Pekin'i “süper güç konumuna ulaşma yolunda yalan söylemekle, sızıntı yapmakla ve aldatmakla" suçlamıştır. Ayrıca Rubio, "Tayvan'a yapılan gecikmiş silah satışlarının acilen tamamlanması ve ABD'nin Çin'e olan ekonomik bağımlılığının azaltılması gerektiğini" vurgulamıştır.

Trump, Amerika'nın Sovyetler Birliği ile silahlanma yarışında elde ettiği büyük sonuçları garanti altına almak için Çin’i yeni bir silahlanma yarışına sürüklemeye çalışıyor; zira İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, yükselen tehdidi kontrol altına almak için bir dizi plan benimsemiştir; bunların başında 1947'deki Marshall Planı, ardından 1947'deki Truman Doktrini ve son olarak George Kennan tarafından oluşturulan “Point Four-Dördüncü Nokta” idi.Bu strateji, “Uzun bir süre boyunca, azami sabır, kararlılık ve uyanıklıkla, Sovyetler Birliği'nin dağılması veya gücünün zayıflamasıyla sonuçlanacak şekilde, Rusya'nın genişlemesini sınırlandırmak için çalışıyoruz” sloganını benimsemiştir. Bu strateji, meyvesini verene kadar yaklaşık kırk yıl boyunca Amerikan siyasi ve güvenlik kurumları tarafından izlenmiştir.

Haberler ve raporlar, Başkan Truman'ın dış politika danışmanı Paul Nitze ve Başkan'ın ekonomi danışmanı Leon Kissling'in, temel olarak aşağıdaki noktalara dayanan ve NSC-68 olarak bilinen bir plan hazırladıklarından bahsetmiştir ki bunlar şunlardır:

1- Sovyetler Birliği'ni iflas ettirmeye ve stratejik çevresi üzerindeki hegemonyasını kaybettirmeye çalışmak.

2- Amerika ve Avrupa'yı askeri ve ekonomik olarak güçlendirmek ki bu planın ana önerisi, Amerika'nın Amerikan özel ve kamu sektörü fonlarına, üniversite eğitim programlarına ve NASA ve diğerleri gibi bilimsel ve uzay araştırma kurumlarına dayanarak silahlanma yarışına yatırım yapması olup nihai hedef ise Amerikan ordusunu güçlendirmek ve onu en son silahlar ve teknolojik araçlarla donatmaktır.

Bugün Çin, Amerika'nın düştüğü aynı eski tuzağa düşmüş ve uzun süredir tehlikelerinin farkında olmasına ve katılmayı reddetmesine rağmen, istemediği halde bir silahlanma yarışına girmiştir; zira 2023 yılında düzenlenen bir basın toplantısında, Savunma Bakanlığı sözcüsü Tan Kefei, “Çin hiçbir ülkeyle nükleer silahlanma yarışına girmeyecektir” demiştir. Ülkesinin “Her zaman nükleer gücünü, ulusal güvenlik gereksinimlerini gözeterek asgari seviyede tutacağını” vurgulamıştır. Ancak Amerika, Trump yönetiminin ve ondan önce Biden'ın izlediği politikalarla silahlanma yarışına girmiştir.

Çin'in siyasi zihniyeti, medyada, özellikle de Çin'i gelecekte kaçınılmaz bir düşman olarak gösteren Amerikan medyasında öne çıkanların aksine, o kadar da güçlü siyasi bir zihniyet değildir; aynı zamanda, ejderhadan bahsederken, onun ateş püskürmediğini görmekteyiz.Ayrıca Çin hala Tayvan'ı zorla ilhak etmekten korkuyor; çünkü iki taraf arasındaki önemli farkların yanı sıra ABD'nin bölge ülkelerle olan ittifaklarının da farkındadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan

Devamını oku...

Allah'ın Vaadi Olan Hilafetin Kurulması Nasıl Gerçekleşecek?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah'ın Vaadi Olan Hilafetin Kurulması Nasıl Gerçekleşecek?

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

-Vaadinden asla dönmeyen Allah'ın sadık bir vaadi vardır ancak bunun birtakım şartları vardır; peki bu şartlar nelerdir? Ve bu büyük vaat nedir?

Birincisi: İman: teorik bir iman değil, aksine kalbe yerleşmiş olan ve günlük hayatta amele ve davranışa dönüşen samimi ve kesin bir imandır;  evet, kalbi dolduran ve istihlaf/egemenlik gayesini idrak etmiş müminleri yönlendiren derin bir imandır;yeryüzünde egemenlik fikrine iman etmek, sahih akidenin ilkelerinin ihya edilmesi ve hayatımızın işlerini düzenlemek, tüm küfür sistemlerini reddetmek ve gerçekliğe yönelik herhangi bir çarpıtma veya mazeret olmadan tamamen Allah Subhânehû ve Teâlâ'nın hükmüne boyun eğmek için Allah'ın, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e indirdiği şeriatıyla hükmedilmesinin zarureti anlamına gelmektedir; vakıayı haklı çıkarmayan, aksine onu değiştirmeye çalışan güçlü adamlar çıkaran işte bu imandır.

İkincisi: Salih amel: Salih amel, sadece namaz, oruç ve bireysel ibadetlerle sınırlı değildir, aynı zamanda hayat vakıasında dini ikame etmek için çalışmayı da kapsamaktadır.

- Ümmetin sorunlarıyla ilgilenmek, yönetim sistemi, ekonomik sistem, içtimai sistem, eğitim politikası ve ukubatlar sistemi dahil olmak üzere İslam'ı hayat vakıasında kapsamlı ve kamil bir şekilde uygulayacak bir devlet kurmak için çalışmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak zalim ve ajan sistemleri ifşa etmek gerekir ve Rabbani vaat, oturup bahaneler uyduran ve dinin hayat vakıasında hakim olmasını istemeyen din düşmanlarından hazır çözümler bekleyenler için değil, iman eden ve salih amel işleyenler için gerçekleşecektir.

Dolayısıyla şu iki şart gerçekleşirse, Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşecektir:

1- Yeryüzünde istihlaf/egemenlik: Yönetim ve egemenliğin Müslümanlara ait olması, Batı'nın hegemonyasını kıracak ve ümmeti, insanlığa rehberlik eden izzetli ve güçlü bir ümmet olarak geri döndürecektir.

2- Dinin yerleşmesi: İslam’ın tüm hükümleriyle uygulanması, dolayısıyla hadlerin ikame edilmesi, hakların iade edilmesi, zulmün kaldırılması, adaletin yeniden tesis edilmesi ve İslam’ın, insanlığı kapitalizmin karanlıklarından kurtarmak için dünyaya taşınması ve insan yapımı anayasalarla değil, Allah'ın Kitabı ile yönetilmesi demektir.

3- Korkunun emniyete kavuşması: Evet, yeryüzünde dinin yerleşmesinin en büyük meyvelerinden biri, Müslümanların korkularının emniyete kavuşmasıdır; bu da ancak adaleti ikame etmek, Allah'ın şeriatını uygulamak ve Allah'ın düşmanlarının kalplerine korku salacak ve ümmeti Yahudilerin ve sömürgecilerin tuzaklarından koruyacak güçlü ve heybetli bir devlet kurmakla gerçekleşebilir.

Bu emniyet şunları içermektedir:

- Dahili emniyet: Huzuru, adaleti ve istikrarı hissetmektir.

- Harici emniyet: Ümmetin heybetini ve merkezini koruyacak caydırıcı ve güçlü araçlara sahip olmak ve ümmetin davet ve insanlara şahitlik etme görevlerini yerine getirmektir.

Peki neden Allah, bu iktidarı müminlere vermektedir? Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاًOnlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.” [Nur 55]Yani iktidar (dinin yerleşmesi), sadece dünyevi bir gaye değil, bilakis büyük bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik bir vaciptir:

Akide, davranışlar ve yönetim konusunda Allah'a samimi bir şekilde kulluk etmektir.İslam'da liderlik ve otorite, Allah'ın kelimesini yüceltmek, İslam'ı dünyanın dört bir yanına yaymak, insanları insanlara ibadet etmekten insanların Rabbine ibadet etmeye kavuşturmak için yerine getirilen şerî bir görevdir; böylece kulluk tamamen Allah için olacak ve Allah'a ortak koşulmayacaktır ki Allah şu ayeti açıklığa kavuşmuş olacaktır: وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَArtık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Burada şu açık uyarı vardır: Her kim (dinin) yerleşmesinin ardından inkar ederse veya onun şartlarına karşı çıkarsa, bu fazilet ondan alınır ve fasık olarak nitelendirilir; bu ise Allah'ın dinini yerleştirdiği, sonra O'nun emrinden sapan daha önceki milletlerin başına gelen şeydir.Dolayısıyla istihlaf ayeti, gelişigüzel bir vaat değildir, aksine şartlara bağlı olan Rabbani bir sünnettir; bu yüzden şayet buna bağlı kalırsak yardım ve iktidar gelecektir; şayet muhalefet edersek, Allah korusun zillet ve aşağılanma devam edecektir, dolayısıyla Hilafet, bir hayal değil, aksine mutlaka gerçekleşecek olan Rabbani bir vaattir.

O halde Hilafet için kolları sıvayın ve onun adamlarından olun; şüphesiz güzel akıbet muttakilerindir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam El-İdrisi – Yemen

Devamını oku...

Rohingyalılar, En Hayırlı Ümmetin Bir Parçasıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rohingyalılar, En Hayırlı Ümmetin Bir Parçasıdır!

Haber:

Malezyalı yetkililer, donanma, sahil güvenlik, polis ve sivil savunma güçlerinin katılımıyla geniş çaplı bir arama kurtarma operasyonu başlatıldığını duyurdu. Operasyonun başlamasından yaklaşık bir hafta sonra, kurtulanların sayısı 14'te kaldı ve yaklaşık 30 kişinin cesedi çıkarıldı; talihsiz teknede geri kalan kişilerin veya yaklaşık 230 yolcu taşıdığı düşünülen ana geminin akıbeti ise bilinmiyor.

Malezya hükümeti, felaketin sorumluluğunu, organize suç çetelerine ve insan kaçakçılarına yükledi ve Malezya İçişleri Bakanı Seyfeddin Nasution, bu çeteleri ve kaçakçıları, en temel güvenlik önlemlerinden bile yoksun yasadışı deniz yolculukları düzenleyerek çaresiz insanların hayatlarını pahasına maddi kazanç elde etmek için zayıf, yoksul ve muhtaç insanları istismar etmekle suçladı.

Yorum:

On üç yıldan fazla bir süredir kindar Budistlerin Müslümanlara yönelik saldırıları hiç durmamıştır; zira suçlu Myanmar rejimi, hala Rohingya Müslümanlarına yönelik zulüm ve baskılarının boyutunu yoğunlaştırmaya devam etmekte olup rejim, Rohingya Müslümanlarına sert politikalar ve korkunç kısıtlamalar dayatmakta, onların köyleri arasında serbestçe dolaşmalarını engellemekte ve onları, iş, gıda, eğitim ve sağlık gibi en temel haklarından bile mahrum bırakmaktadır.Bu nedenlerden ve zorlu koşullardan dolayı Rohingyalılar, Malezya, Endonezya ve Bangladeş gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde barınak ve yeni bir hayat bulmak umuduyla, bakımsız ve aşırı kalabalık teknelerle tehlikeli bir yolculuk için denizler yoluyla göç ediyorlar.

Ölüm tekneleri olarak adlandırılan bu tekneler, tehlikelerine rağmen, insan hakları ihlalleri ve etnik temizlik operasyonlarının gölgesinde Rohingya Müslümanları için tek sığınak niteliğindedir.Malezya güçlerinin, hayattayken onları savunmak, onların üzerindeki zulmü kaldırmak ve onları Burma ordusundan korumak yerine denizin yutmasının ve dalgaların savurmasının ardından onların cesetlerini kurtarmaya çalışmalarını görmek ne kadar utanç vericidir!! Peki sizler, Allahu Teala’nın şu kavlinin neresindesiniz: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72] Kardeşleriniz gözlerinizin önünde yakılıp yok edilirken onları yüzüstü bırakmanız, bu dünyada bir rezillik, ahirette ise bir azaptır. Peki Rabbiniz size, Myanmar'da namusları çiğnenen Müslüman kadınlar hakkında sorduğunda ne diyeceksiniz?! O halde mazlum kardeşlerinize yardım etmek için ayağa kalkmayacak mısınız?!

Allah’ım tebliğ ettim mi? Allah’ım Sen şahit ol, Allah’ım Sen şahit ol. 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...

Uluslararası Kurumların Pençesi ile Şerî Egemenlik Hakları Arasında Mısır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Uluslararası Kurumların Pençesi ile Şerî Egemenlik Hakları Arasında Mısır!

Haber:

14 Kasım 2025 Cuma günü Bloomberg internet sitesinde, Uluslararası Para Fonu İletişim Direktörü Julie Kozack'ın basın açıklamasında Mısır'ın makroekonomik performansının “büyümenin güçlenmesi ve mali disiplinin iyileşmesi ile birlikte iyileştiğini” söylediğini bildirdi.Ülkenin hala yüksek borç seviyesini, yüksek finansman ihtiyaçları ve ekonomide devletin güçlü varlığının devam etmesini temsil eden zayıf noktalarla karşı karşıya olduğunu ima etti.

Yorum:

Mısır bugün, her yıl daha da derinleşen ekonomik krizler yaşarken, yetkililer ülkeyi bu uçuruma sürükleyen aynı yolda devam etmekte ısrar ediyorlar, bu yol ise:Uluslararası Para Fonu ve Batılı finans kurumlarına bağımlılık ve insanların yükünü ağırlaştıran, devletin kaynaklarını tüketen ve önümüzdeki on yıllar boyunca siyasi ve ekonomik kararlar üzerindeki sömürgeci kontrolü sıkılaştıran şartlarını, programlarını ve politikalarını kabul etmektir.

Uluslararası Para Fonu İletişim Direktörü Julie Kozack'ın son açıklamaları, Uluslararası Para Fonu ile Mısır rejimi arasındaki ilişkinin doğasını açıkça ortaya koymaktadır.Zira o, yapısal zorluklar, büyük finansman ihtiyaçları, yüksek borçlar ve ekonomi üzerinde devletin hegemonyası hakkında konuşuyor ancak aynı zamanda aynı reçeteyi savunuyor ki bu reçete ise şunlardır; devletin varlıklarını satmak, vergi tabanını genişletmek, sübvansiyonları kaldırmak, borç faizlerini ödemek için daha fazla para enjekte etmek ve uluslararası güçlerle bağlantılı yabancı şirketler ve özel sektör lehine devletin rolünü azaltmaktır.

Bunlar tavsiyeler veya bir reform vizyonu değildir, aksine bunlar, Uluslararası Para Fonu'na boyun eğen tüm ülkelerde bilinir hale gelen ve nihayetinde egemenliklerini yitirip sürekli borç batağına saplanan sömürgeci dayatmalardır.Bugünkü Mısır'ın gerçekliği bunun açık bir kanıtıdır: Zira onlarca kredi, milyarlarca Dolar, varlık satışları ve benzeri görülmemiş vergi artışı, evet bunların hepsi sadece fiyatların yükselmesine, deflasyona, satın alma gücünün erimesine ve gerçek yatırımların kaçmasına neden olmuştur.

Krizin özü, ekonomiyi yönetmekten aciz olma veya kaynaklardaki eksiklik değildir, aksine gerçek egemenliğin yokluğu ve yönetici ile tebaa arasındaki ilişkiyi kuran, devletin rolünü belirleyen, faizli kredileri yasaklayan ve her ne pahasına olursa olsun Batı kurumlarına bağımlılığı reddeden İslami ekonomik sistemin yokluğudur.

Faizli kredi, kesinlikle haramdır ve sömürgeci kafirlere ipotek olmak ise suçtur ve ülkenin politikalarının kontrolünü yabancı kuruluşlara devretmek, ümmetin otoritesini ihlal etmek sayılır.  وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141]Bu ayet, kâfir güçlerin Müslümanları kontrol etmelerine ve onların ekonomilerini ve politikalarını yönlendirmelerine imkan tanıyan her türlü bağımlılık şeklini yasaklayan bir kaidedir.

IMF programları yardımlar için değil, aksine nüfuz etme araçlarıdır.Krediler çözüm değildir, aksine devletin kararlarının her ayrıntısına nüfuz eden siyasi kısıtlamalardır. Anlaşmaların maddelerini inceleyen birisi, bunların enerji fiyatlarına, vergilere, kamu harcamalarına, bütçe önceliklerine, yatırım yasalarına, kamu sektörünün yapısına ve nakit rezervlerinin boyutuna müdahale ettiğini, dahası hükümetlerin nakit kaynaklarının bir kısmını doğrudan veya dolaylı olarak Fona devretmelerini dayattığını görecektir.Şerî açıdan bu, bir kafire Müslüman aleyhine yol vermek anlamına gelir ki bu, ekonomik politikalar ve yapısal reformlar gibi terimlerle ne kadar süslenirse süslenilsin, haram kılınmıştır.

Fon, limanlar, stratejik şirketler, enerji sektörleri ve bankalar gibi devlet varlıklarının satılmasında ısrar etmektedir.Bu bir yatırım değil, aksine ümmetin mülkiyetini yabancı şirketlere devretmek ve satıştan elde edilen geliri sonsuz borçları ödemek için kullanmaktır.Böylece ülke, borç ve faiz yoluyla geri kazandığı yeni paraları Batı'ya vermek karşılığında kalıcı üretken varlıklarını kaybedecektir.

Devlet paraları, yöneticinin mülkü değildir, aksine belirli hükümlere göre yönetilen kamu mülkiyeti veya devlet mülkiyeti olup bunların yabancılara satılması, bunlardan feragat edilmesi veya uluslararası şirketlerin elindeki araçlara dönüşmesi caiz değildir. Ümmetin kaynakları konusunda vacip olan, bunların alacaklıların çıkarlarını değil, insanların çıkarlarını gerçekleştirmek için yönetilmesidir.

Uluslararası kurumlar her zaman reformların, sürdürülebilir büyümenin ve rekabetin faydalarından bahsederler ancak gerçekte bu programlar, art arda gelen krizleri tetikleyen unsurlardır ki bu krizler şunlardır; sürekli vergi artışları, devam eden pahalılıktan para biriminin erozyonuna, üretimin azalmasına ve gerçek yatırımların kaçışına yol açması, sonra devletin gelirlerinin çoğunu ele geçirecek şekilde borç servisinin yükselmesi, insanların seçmedikleri ve kabul etmedikleri politikaların bedelini ödemesi, rızaları olmadan üzerlerine dayatılan programlar ve insanların çıkarları için değil, aksine şişirilmiş bütçe açığını ve önceki borçların faizlerini karşılamak için harcanan krediler.

Çözüm, daha fazla borçlanmak veya ülkenin varlıklarından vazgeçmek değildir, aksine bağımlılığı tamamen kesmek ve İslam'ın hükümlerine dayalı bir ekonomi inşa etmektir ki bu ekonomi, her türlü faizi haram kılmakta ve mülkiyetleri, ümmetin mülkiyetine karıştırmadan veya yabancılara devretmeden kamu, devlet ve bireysel mülkiyet olarak yeniden düzenlemektedir. Ayrıca doğal kaynaklar, yabancı yatırımcıların lehine değil, tebaanın lehine çıkarılmalı, adaletsiz vergiler kaldırılmalı, Allah'ın mazbut sisteme göre koymuş olduğu şeylerle yetinilmeli, kamu harcamaları borç servisi yerine halkın gerçek ihtiyaçlarına yönlendirilmeli ve yabancı şirketlerin egemen ve stratejik sektörler üzerindeki hegemonyası önlenmeli ve onların arkası tamamen kesilmelidir.

Uluslararası Para Fonu ve Batılı kurumlara boyun eğmek sadece ekonomik bir hata değil, aksine ümmetin haklarını ihlal etmek ve ülkenin kaynaklarını sömürgecilere teslim eden ve insanları adaletle hiçbir ilgisi olmayan politikalardan dolayı ezen bağımlılık gerçekliğini pekiştirmektir.

Gerçek görev, bu bağımlılıktan kurtulmak ve ülkeyi borçlara boğan kurumlarla olan ilişkileri kesmek, ümmetin akidesinden ve onun hükümlerinden kaynaklanan, insanların haklarını geri iade eden ve servetlerini alacaklıların ve yabancıların hizmetine değil, insanların hayatları ve geleceklerinin hizmetine sunan bağımsız bir ekonomik sistem kurmaktır.

Son olarak ey Kinane askerleri, ey güç ve kuvvet ehli, ey silah ve izzet sahipleri, aranızda aklı başında bir adam yok mu?! Ülkeye ve insanlara yapılanları görmüyor musunuz?!Mısır'ın tefecilik fonuna ipotek edildiğini, topraklarının ve şirketlerinin satıldığını, milletinin vergiler ve açlık yüzünden bitkin düştüğünü görmüyor musunuz?Bugün sizler bir yol ayrımındasınız:Ya dininizi ihlal eden, sizi ve ülkenizi mahveden bir sistemin bekçileri olarak kalırsınız ya da Allah'ın sizden razı olacağı bir şekilde ayağa kalkarak İslam'a yardım eder, Raşidi Hilafeti yeniden tesis eder ve Mısır'ı daha önce olduğu gibi ümmetin tacının incisi haline getirirsiniz. Tarih, yüzüstü bırakanları asla affetmeyecek, kıyamet gününde Allah, size verdiği imkan ve güç konusunda hesap soracaktır; o halde Sa'd bin Muaz, Usame bin Zeyd ve Selahaddin Eyyubi gibi olun… Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan adamlar olun ve dininize yardım edin ki umulur ki Allah sizin ellerinizde zafer ve izzet yazar da böylece dünyada ümmetin gurur mahalli olduğunuz gibi ahirette de Allah’ın rızasının mahalli olursunuz.

الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Kafir, Müslümanların Ülkesinde Gezip Dolaşıyor… Ve Hilafet Devleti Dışında Onu Caydıracak Kimse Yok!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kafir, Müslümanların Ülkesinde Gezip Dolaşıyor… Ve Hilafet Devleti Dışında Onu Caydıracak Kimse Yok!

Haber:

Amerikan diplomatik kaynakları, yeni Amerikan Irak Büyükelçisi Mark Savaya'nın Bağdat'taki çalışmalarını kolaylaştıracak üç eksene dayalı gündemler taşıdığını ve bunun en önemlisinin de Çinli petrol şirketlerinin Irak petrol sahalarındaki sözleşmelerinin yenilenmemesi ve bunların Amerikan şirketleriyle değiştirilmesi olduğunu söylediler.

Kaynaklar "Erem News'e", Savaya'nın Başkan Donald Trump tarafından 11 Kasım'da yapılması kararlaştırılan parlamento seçimlerinin ardından Irak'ta bir hükümetin kurulmasını desteklemek üzere çalışması için görevlendirdiği diğer eksenleri de açıkladılar ki bunlar, İran tarafından herhangi bir baskıya maruz kalmayacak ve Halk Seferberlik Güçleri veya Tahran yanlısı etkili gruplar tarafından kontrol edilmeyecektir.

Kaynaklar, Savaya'ya Bağdat'a vardığında üzerinde çalışması ve düzenlemesi için verilen üçüncü eksenin, Irak'ta İran'ın stratejik ve askeri desteği olan Halk Seferberlik Güçleri fraksiyonlarının Irak'taki etkilerinden ve hegemonyasından kurtulmak için Washington'un gerçek bir çözüm bulması amacıyla bir plan hazırlamak olduğunu vurguladılar. (Erem News)

Yorum:

Yeni ABD Irak Büyükelçisi Mark Savaya'nın atanması, Irak'taki silahlı grupların hakimiyeti ve seçimler nedeniyle ahlak bakımından en düşük seviyeye düşen siyasi güçler arasındaki çatışmalar nedeniyle endişe verici durumların yaşandığı bir dönemde gerçekleşmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri, Irak'taki en büyük büyükelçiliğe sahip olmasına rağmen bir büyükelçi göndermemiş, aksine diplomatik temsil derecesini düşüren bir maslahatgüzar atamış ve ABD başkanına doğrudan bağlı bir elçi göndermiştir;bu da diplomatik çalışmalardan farklı olan çalışmalar anlamına gelmektedir.Çünkü o, siyasi, sosyal ve ticari düzeylerde hareket etme konusunda mutlak bir yetkiye sahiptir.ABD'nin Irak temsilcisi Mark Savaya'nın, 2003 yılında Irak'ın işgalinden sonra Paul Bremer ve 2014 yılında IŞİD'e karşı savaş aşamasında Brett McGurk'tan sonra Irak'a atanan üçüncü ABD temsilcisi olduğunu belirtmek gerekir ki onların hepsi de çalkantılı koşullarda atanmışlardır.

Irak hükümetinden bu konuyla ilgili herhangi bir açıklama işitmemiş olsak da, bu durum işgalci Amerika’nın doğrudan müdahalesini göstermekte ve Irak hükümeti bunun aksini iddia etmesine rağmen Irak'ın egemenliğini kaybetmiş işgal altındaki bir ülke olduğunu kanıtlamaktadır.

Hilafet Devleti'nin kaybolmasının ve beldelerinin parçalanmasının ardından Müslümanların durumu işte budur; zira Müslümanların düşmanları gelip gidiyorlar, ülkenin yaşam ve yönetimine ilişkin harita çiziyorlar, dahası bizleri hafife alıyorlar.Küfrün başı Trump, son Şarm El Şeyh zirvesinde, “Irak petrolü çok bol olan bir ülke ve ellerinde o kadar çok petrol var ki, onu ne yapacaklarını bilemiyorlar” açıklamasında bulundu ve şunu akledi: “Çok fazla şeye sahip olduğunuzda ve bunlarla ilgili nasıl davranacağınızı bilmediğinizde, bu başlı başına büyük bir sorundur.”Ağızlarından çıkanlar budur, ama kalplerinde gizledikleri ise çok daha büyüktür.

Ey Müslümanlar: Amerika ve küfür ülkelerden oluşan kardeşlerini, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'nden ve sömürgeci kafirin ülkemizden kökünü kazıyacak, işlerimize karışmalarını engelleyecek ve tüm planlarını boşa çıkaracak Müslümanların Halifesinden başka hiçbir şey caydıramaz.

O halde bu azim farz için ciddi olarak çalışın ki böylece bir zamanlar olduğunuz en hayırlı ümmet haline geri dönüp dünyanın izzetine ve ahiretin saadetine nail olabilesiniz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Et-Tâi – Irak

Devamını oku...

Amerikan Askeri Sömürgeciliği Nijerya'yı Tehdit Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerikan Askeri Sömürgeciliği Nijerya'yı Tehdit Ediyor!

Haber:

ABD başkanı, oklarını yeniden Afrika'nın en büyük iki ekonomisine doğru yöneltti, Nijerya'daki İslamcı silahlı gruplara karşı askeri müdahale tehdidinde bulundu, Güney Afrika'nın G20'deki rolünü sorguladı ve Batı Afrika'da bulunan ülkenin harekete geçmemesi halinde ABD Savunma Bakanlığı'ndan olası bir müdahaleye hazırlık yapmasını talep ettiğini söyledi. (İktisat Eş Şark, 06/11/2025)

Yorum:

Yakın gelecekte bu krize bir çözüm olmaksızın hala beş haftadan fazla bir süredir devam eden hükümetin kapanması nedeniyle gelirlerini kaybeden milyonlarca Amerikalının açlık ve hastalıkla karşı karşıya kalma riski olmasına rağmen,ABD başkanının bu meseleyi göz ardı edip kayıtsız kalmasına, hükümetin kapanmasından önce bu yardımlara zaten ihtiyaç duyanlara özel yardımları durdurma kararından bile geri adım atmayı reddetmesine rağmen, evet tüm bunlara rağmen, Nijerya'daki Hıristiyanlar için timsah gözyaşları dökmekte ve askeri harekatla tehdit etmektedir.

Batı ülkelerinin başkanlarının, özellikle de Amerikan başkanlarının düşündüğü en son şeyin insani yönler, halklara yardım etmek ve onların yanında durmak olduğu hiç kimse için bir sır olmayan bir hakikattir.Tüm dünyadaki, özellikle de İslam beldelerindeki hastalığın nedeni bu başkanlardır; zira dünyadaki savaşları körükleyenler, insanların servetlerini çalanlar, çocukları, kadınları ve yaşlıları hiçbir merhamet ve şefkat göstermeden öldürenler bizzat onlardır. Nitekim Gazze ve orada yaşanan yıkım ve kan dökülmesi bunun en iyi kanıtıdır.Hatta eğer onlar birine yardım etmek için harekete geçerlerse, bu sadece kendi amaçlarını gerçekleştirmek içindir; zira Nijerya'nın petrol, değerli ve nadir mineraller açısından büyük zenginlikleri olan bir ülke olduğu bilinmektedir ve bu da şüphesiz bu suçlu hırsızın salyasını akıtmıştır.Bu yüzden bu servetlerin çalınmasını ve yağmalanmasını tekelinde tutmak isterken aynı zamanda Nijerya ile güçlü ekonomik ilişkiler kurmasının yanı sıra genel olarak Afrika kıtasında ticari ivme kazanmış olan Çin ile Nijerya'nın arasını engellemek istemektedir.

Evet, Amerika'nın aptalca niyetlerinin gerçeği işte budur ve bunlar, sömürgeci kafir Batı ülkelerinin halkları işgal etmelerini, servetleri yağmalamalarını, öldürmelerini ve yıkımlarını örtbas etmek için kullandıkları zayıf argümanlardır;dolayısıyla demokrasi, insan hakları, özgürlükler, azınlık etnik grupların korunması ve terörizm ve aşırılıkla mücadele gerekçesiyle İslam'la mücadele sloganı altında bu ülkeler, vahşi hayvanların bile tiksineceği her türlü suçu işlemektedirler.

Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Raşidi Hilafet ve devletin tebaasından olan Müslümanların merkezini ve gayrimüslimlerini koruyacak, ümmetin havzasını savunacak ve kanları, namusları ve malları koruyacak muttaki ve saf bir Halife olmadıkça asla Amerika durdurulamayacak, arkasındaki sömürgeci ülkelerden hiçbiri kovulamayacak, ümmetin servetlerini ve kaynaklarını yağmalayan eller kesilemeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Velid Belibel

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER