Cuma, 21 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Türkiye: Barış’ın Arka Planı ve Gazze’nin Geleceği Konferansı

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti
Antalya'da Barış’ın Arka Planı ve Gazze’nin Geleceği Konferansı
 

Suçlu Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslümanlara karşı iki yılı aşkın süredir sürdürdüğü acımasız katliamlar (soykırım) karşısında, bugüne kadar 220.000'den fazla Müslümanın şehit olması, yaralanması ve kaybolması üzerine Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti, Antalya'da kapsamlı bir konferans düzenledi:

"Barışın Arka Planı ve Gazze'nin Geleceği"

Antalya’daki konferans, programın moderatörlüğünü de üstelenen Şiyar Yaman’ın Kur’an-ı Kerim tilavati ile başladı.

Yaman, iki yıldır ara vermeden süren vahşi soykırım sürecinde yaşananları hatırlattı. Bu süreçte İslam beldelerinin başındaki yöneticilerin İslam ve Müslümanların düşmanı ABD Başkanı Donald Trump’ı nasıl adımı adımına takip ettiğine dikkat çekti. Bugün yaşananların, ümmetin kanını kutsal ve kıymetli bilen bir Halifeden yoksun olmasının bir tezahürü olduğunu beyan etti.

Ardından kürsüye çıkan Filistinli Alimler Heyeti Başkanı Nevvaf Tekruri, bugün Gazze’deki çirkin planı konuşmak için bir araya geldiklerini ve bu planı asla kabul etmeyeceklerini ifade etti. Tekruri 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun işgalci ‘İsrail’in ne kadar güçsüz olduğunu ve iki yıl geçmesine rağmen hedeflerine ulaşamadığını ortaya koyduğunu ifade etti. Yahudi varlığı Gazze’yi ilhak etmek istediyse de Kassam Tugayları’nın “Biz asla teslim olmayacağız” ifadesi ile başlatmış oldukları direniş ile anlamış olduğunun altını çizdi.

Ayrıca işgalci Yahudi varlığının esirlerini de kurtaramadığını ve mücahidlerden esirlerini alabilmek için masaya oturmak zorunda kaldığını ve bu hedefine de ulaşamadığını hatırlattı.

“Sahada kazanmadığını masada kazanmak için” bir planın ortaya atıldığını ve bu plana paralel olarak İslam beldeleri yönetimlerinin de Gazze’deki Müslümanları yalnız bıraktığını ama işgalcilerin yine de hayallerini kavuşamayacaklarını ifade etti.

“Büyük planın amacı tüm İslam beldelerini kontrol altına almaktır” diyen Tekruri, Trump’ın Gazze planına da değindi. Trump’ın planının amacının Yahudi varlığı işgalinden kurtarmak değil, uluslararası güçlerle yeni bir işgali başlatmak olduğuna dikkat çekti şöyle devam etti: “Bu kollektif işgale Gazze halkı ve ümmet karşı çıkacaktır. Zira bu işgalin amacı direnişi yok etmektir.”

Tehlikenin büyük olduğunun altını çizen Tekruri, hedefin sadece Gazze olmadığını tüm ümmeti parçalamak istediklerini ve bu planın gerçek amacının işgale boyun eğdirilmesi ve ümmetin ılımlılaştırılması olduğunu vurguladı.

Gazze’yi silahsızlandırma, Gazze’de bir emniyet ve istihbarat teşkilatı kurmak, Gazze’yi giden yardımların geçtiği kapıların kontrolünün ABD’ye verilmesi, İşgalci Yahudi varlığına hizmet eden planın etapları olduğunu ve Gazze’yi ‘İsrail’i tehdit eden bir toprak parçası olmaktan çıkarılmasını istediklerinin altını çizdi.

Ümmetin Gazze’yi gündeminde düşürmemesi gerektiğini ve bunu özellikle Hizb-ut Tahrir ve diğer İslami grupların yapması gerektiğini, alimlerin de üzerine düşeni yapması gerektiğini, ihanetleri ifşa etmeleri gerektiğini vurguladı.

Ardından konferansın ikinci konuşmacısı Gazeteci Yazar Ahmet Varol, Filistin topraklarında siyonist hakimiyeti kurmak için tarihteki bazı önemli olaylara değindi ve İngiliz emperyalizmin yaptıklarını hatırlattı. Ümmetin birlikte hareket etmemesi için önce Hilafet’i kaldırdıklarına ve İslam coğrafyasına siyonist bir karakol kurduklarını hatırlattı.

İki yılı aşkın zamandır Gazze’de süren soykırımda yüz bin Müslümanın katledildiği ve Gazze Şeridi’nin yüzde 90’ının tahrip edildiğinin altını çizdi ve bunun tam bir soykırım olduğunu beyan etti. Buna rağmen hedeflerine ulaşamadıklarını ve Trump planını devreye soktuklarını vurguladı.

Trump’ın BM’ye sunduğu 2803 sayılı kanunun geçirilmesinin, küresel emperyalizmin bir tezahürü olduğunu vurgulayan Varol, “Barış Konseyi”nin bir “Vesayet Konseyi” olduğunu ve Filistin halkının siyasi olarak kendi kaderini tayin etme hakkının elinden alındığı gerçeğini ortaya koydu.

Kurulacak olan “Uluslararası Gücün” ise barışı sağlamak için değil, Filistin’e tehdit olarak oluşturulduğunu ve işgale kaşı silahsızlandırma hedefi güttüğünü, asıl tehdit unsuru Siyonistlere karşı bir önlem alınmadığının altını çizdi.

Savaşla elde edemedikleri kazanımları masada kazanmak için çalıştıklarına dikkat çeken Varol, “Filistin ümmetin cephesidir” ifadeleriyle direnişin önemine dikkat çekti ve “Hilafet ile dünyaya BMGK’nın değil, İslam’ın adaletinin hükmedeceğini” ifade ederek konuşmasını noktaladı.

Konferansın son konuşmacısı Dr. Abdurrahim Şen, Gazze’deki zulmü hatırlattığı konuşmasında İslam beldelerinin yönetimlerinin de bu zulme işgalciye lojistik destek vererek destek olduğunu ve bunun bir ihanet olduğunu vurgulayarak başladı ve Allah’ın adaletine işaret etti.

Kur’an'ı Kerim’de bahsi geçen Fil olayını hatırlatan Şen, Allah’ın evini yıkmak için gelen ordunun rehberi Ebu Rigal’in mezarının yıllardır taşlandığının altını çizerek bugün Trump’ın planına rehberlik eden İslam beldeleri yöneticilerinin olduğuna dikkat çekip, “Nasıl bu plana rehberlik edersiniz?” diyerek ihanete ortak olduklarını vurguladı.

“Trump Planı”nın hedefinin bir manda yönetimi kurmak olduğunu ifade eden Dr. Abdurrahim Şen, bu zulmü ortadan kaldırma sorumluluğunu İslam beldelerindeki yöneticilerin omuzlarında olduğunu ifade etti. Siyasi olarak BM’ye, askeri olarak NATO’ya köle olan yönetimlerin bu sorumluluğu üstlenemeyeceğini bu sorumluluğun ancak Hilafet ile mümkün olacağının da altını çizdi. Zira Siyonistlerin önce Hilafet’i yıktığını sonra Filistin topraklarına yerleşebildiğini hatırlatarak uluslararası sisteme köle olmuş 57 İslam beldesi yönetiminin bu işgalin devamına göz yumduğunu vurguladı.

Sadece birkaç saat içinde işgalci Yahudi varlığını ortadan kaldıracak güce sahip olan ümmetin ordularının Yahudi varlığını korumak için görevlendirildiği gerçeğini tarihte yaşanmış örneklerle dile getiren Şen, ‘İsrail’i koruyan bu küresel gücü kıracak ve yok edecek tek gücün Hilafet olduğunu ifade ederek konuşmasına son verdi.

Konferans, “Tek Ümmet, Tek Devlet, Tek Çözüm Hilafet” sloganlarıyla son buldu.

Pazar, 2 Cumade'l âhir 1447 - 23 Kasım 2025

turkiye vilayeti

- KONFERANSTAN KARELER -

turkiye vilayeti

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Ayeti Üzerinde Düşünmek

  • Kategori Makaleler
  •   |  

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللاَّعِنُونَ “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Ayeti Üzerinde Düşünmek

Bu ayet, hak olan nuru taşıyan, sonra da onu gizleyen herkese yönelik şiddetli Rabbani bir uyarıdır. Burada gizlemek, sadece fikri bir hata değildir, aksine hidayet nurunu söndüren ve batılın galip gelmesinin yolunu açan bir suçtur.

Bu ayet ilk olarak, hakkı bilip de gizleyen ehl-i kitap alimleri hakkında nazil olmuştur; ancak bugün, Allah'ın hükümlerini gizleyen, insan yapımı sistemleri güzel gösteren veya sultan/otorite, anayasa veya kanun için hakkı açıklama konusunda sessiz kalan herkes için geçerlidir.

Gerçekliğimizde bu gizlemenin birçok şekillerini görmekteyiz ki bunlar şunlardır: Yöneticileri haklı çıkaran ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farz olduğunu ve ondan başkasıyla hükmetmenin ise apaçık küfür olduğunu gizleyen âlimler... Tevhitten bahseden, sonra da İslam tek bir ümmet ve tek bir devlet olduğu halde demokrasiyi ve ulusal sınırları öven hatipler... Şeriatın Hilafeti farz kıldığını bilen ancak rejimleri öfkelendirmemek için sessiz kalan davetçiler... İslam’a mensup olan ancak Allah’tan başkası adına yasa koymanın batıl olduğu ve ona razı olmanın caiz olmadığı gerçeğini gizleyen siyasetçiler.

Bunların tamamı, Allahu Teala’nın şu kavli dahilindedir: أُولَٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَİşte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Yani Allah, onları rahmetinden kovmuş ve hakkı gizlemelerinden dolayı eziyet veren herkesi lanetlemiştir demektir.

Buna karşılık Hizb-ut Tahrir’in metodu, korku veya kayırma olmaksızın beyyinatları/delilleri ve hidayeti/doğru yolu göstermeye ve ümmetin yolunun Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet kurmak olduğunu ve bugün mevcut olan tüm sistemlerin batıl olduğunu ve ona razı olmanın caiz olmadığını haykırmaya dayalıdır.

Ayet açıkça şuna çağırmaktadır: İster beyan edenlerden olun isterse gizleyenlerden olun bugün ümmetin, hakkı haykıran birine ihtiyacı vardır, hakkı haykırma konusunda sessiz kalan birine değil.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müeyyid El-Râcihi - Yemen

Devamını oku...

Müslüman Ülkelerdeki Diktatör Rejimleri Kim Destekliyor?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Müslüman Ülkelerdeki Diktatör Rejimleri Kim Destekliyor?

Haber:

26 Kasım 2025 Çarşamba günü, yargıtay, Nicolas Sarkozy'nin Pygmalion davası olarak bilinen dava için yaptığı temyiz başvurusunu reddetti. Bu yılın Eylül ayında Sarkozy, 2007 seçim kampanyasını, Libya diktatörü Muammer Kaddafi'nin fonlarıyla finanse etmekten de suçlu bulunmuştu.

18 Kasım 2025'te Trump, bin Selman'ı Beyaz Saray'da görkemli bir resepsiyonla karşıladı.Gazeteciler, Suudi kökenli Amerikalı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi ve parçalanması hakkında soru sordu ve Trump, soruyu soran ABC muhabirini azarladı. (Ajanslar)

Yorum:

İnsanlardan birçoğu, Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer Batı ülkelerinin diktatör rejimlerini ortadan kaldırmak ve İslam beldelerine özgürlük ve demokrasi getirmek istediklerini iddia ediyor.

Bu batıl iddiayı çürütmek için, Batı'nın aslında İslam beldelerinde demokrasinin yayılmasını istemediğini belirtmekte fayda vardır.On yıllardır Müslüman ülkeleri diktatör rejimler tarafından baskı altında tutuluyor ve Müslümanlar tarafından bu rejimlerden kurtulmaya yönelik en ufak bir işaret gördüklerinde, süper güçler kendilerine sadık diktatör rejimleri desteklemek için darbe düzenlemeye koşuyorlar.

Bunun çarpıcı bir örneği, 1990'ların başında neredeyse anayasal çoğunluğu elde eden Cezayir'deki İslam Kurtuluş Cephesi'dir.Ancak ordu, bunu rejime bir tehdit olarak görerek darbe düzenlemiş ve Cezayirli Müslümanların özlemlerini kan gölünde boğmuştur.Arap Baharı olayları sırasında süper güçlerin diktatör rejimleri ne pahasına olursa olsun korumaya yönelik çabaları açıkça ortaya çıkmıştır.

Örneğin Mısır'ın demokratik olarak seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin askeri darbe sonucu devrilmesi, görevden alınması ve ardından ömür boyu hapis cezasına çarptırılması durumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.Suriye'de 10 yılı aşkın süredir yaşananlar da bunun bir başka örneğidir.Beşar Esad rejimine karşı ayaklanan Suriyeli Müslümanlar, Amerika'nın ajanı olan Esad rejimini devirerek, bölgedeki Amerikan hegemonyasını tehlikeye attılar.Bu nedenle Obama, Esad rejimi için belirlediği kırmızı çizgileri onlarca kez aşmıştır; çünkü Suriye rejiminin düşmesi İslamcı grupları iktidara getirecek ve Hilafetin kurulması ihtimalini doğuracaktı.Sadece Suriye'deki çıkarlarının korunmasını sağladıktan sonra, Esad rejiminin düşmesine izin verdiler ve bu da Türkiye'ye, dolayısıyla ABD'ye sadık olan Ahmed Şara'nın iktidara taşınmasına yol açtı.

Böylece on yıllar boyunca sömürgeci güçler, çeşitli yöneticilerin diktatörlük özelliklerine işaret etmeden İslam beldelerinin kaynaklarını yağmaladılar.Ancak Arap Baharı patlak verdiğinde ve birçok yöneticinin iktidarda kalamayacağı ortaya çıktığında, Avrupalı ve Amerikalı yetkililer, sıkıca tokalaştıkları eski dostlarını diktatör olmakla suçlamaya başladılar, onlarla ilişkilerini kestiler ve muhalefeti de belirli ülkelerdeki meşru bir otorite olarak tanıdılar.

Tüm bunlar, İslam beldelerinde özgürlük ve demokrasi isteyen kimsenin olmadığını açıkça teyit etmektedir; çünkü düşmanlarımız, Müslümanların özgür seçimler yapmasına izin verilirse, hemen kendi yöneticilerini atama ve İslami yönetim sistemine göre yaşama haklarını geri kazanacaklarını çok iyi bilmektedirler.Bu nedenle Amerika ve müttefikleri, Trump'ın ilk döneminde Mısır'daki darbe lideri Sisi'yi en sevdiği diktatör olarak açıkça nitelendirdiğinde olduğu gibi, açıkça ve küstahça tiranları desteklemektedir.Bugün ise sanki onun itaatkar bir avukatıymış gibi, bin Selman'ı Amerikan gazetecilerinin saldırılarına karşı şiddetle savunuyor.

Ancak sömürgeci Avrupalıların tüm çabalarına rağmen, İslam beldelerinde yaşananlar mantıklı bir sonuca, yani İslam'ın zaferine doğru ilerliyor; bunun işaretlerinden biri, Müslüman kadınların şerî kıyafetleriyle alay eden ve Müslümanların kalplerine Arap milliyetçiliği fikirlerini aşılayan Abdunnasır gibi yöneticilerin döneminin sona ermesidir.Bugün, laikliği uygulamaya devam ettikleri ve Müslümanları yanıltmak amacıyla bazı İslami unsurları uyguladıkları bir zamanda, “İslam olmayan ılımlı İslamcılar” olarak adlandırılan geçici bir dönem başlamıştır.

Müslüman ülkelerdeki tiranların yok olacağı ve Müslümanların İslam'ın hükümlerine göre yaşama ve fikri ve tarihi servetlerini geri kazanma haklarını elde edecekleri zaman yaklaşmaktadır.Bu da İslam ümmetini eski ihtişamına ve ekonomik ve bilimsel gelişmişliğine yeniden kavuşturacak ve onu dünyanın insan yapımı sistemleri arasında adalet ve kalkınmanın bir feneri haline getirecektir.

فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُءُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هُوَ قُلْ عَسَىٰ أَنْ يَكُونَ قَرِيباً

Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayacak ve ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Fazıl Hamzaev - Ukrayna

Devamını oku...

Suud Rejimi, Batılı Ülkelerle Yan Yana Müslümanlar İçin Casusluk Yapıyor ve Onların Kutsallarını İhlal Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Suud Rejimi, Batılı Ülkelerle Yan Yana Müslümanlar İçin Casusluk Yapıyor ve Onların Kutsallarını İhlal Ediyor!

Haber:

İngiltere'nin Suudi Arabistan Büyükelçisi Stephen Hitchin, Medine ziyareti sırasında bir video klip yayınladı.Hitchin, X platformu üzerinden şunları söyledi: “Dün Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şehrini ziyaret ettim ve akşamı şehrin ışıklarına bakan Ayr Dağı'nda geçirdim; bu, Medine halkına olan duygularımı ve İslam dinine olan saygımı ifade etmek için mükemmel bir zamandı.” Ve şöyle devam etti: “Medine Emiri Prens Selman bin Sultan bin Abdülaziz ve Medine halkından içten gördüğü sıcak karşılamadan duyduğu mutluluğu dile getirerek, "Gençliğimden beri Medine ile ilgili pek çok hikayeler duydum ve bugün onu ziyaret etmekten dolayı büyük bir onur duyuyorum" dedi. (Acil Gazetesi, 27/11/2025)

Yorum:

Suudi rejiminin yeni İngiliz büyükelçisi ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın eski terörle mücadele direktörü, Medine'ye bakan Ayr Dağı üzerinde Ensar'ın evi ve inancı hakkında Kur'an-ı Kerim'den ayetler okudu.O, Müslümanlara, İngiltere'nin ajan yöneticilerinin yardımıyla onları hala yakından ve dikkatle izlediğini hatırlatmak için gelmiştir. Ayrıca o, şöyle demek için gelmiştir: "Bakın işte ben buradayım, Medine ve Arap Yarımadası'nda dolaşıyorum ve beni ya da ülkemi caydırabilecek hiç kimse yok; ülkem, Hilafeti Devleti'ni yıkmak, mübarek topraklarda Yahudi varlığını kurmak, İslam beldelerine sorunlar ihraç etmek ve Hilafet Devleti'nin mirasını Batı'nın çıkarlarına hizmet eden küçük dükkanlara bölmek konusunda bir üstünlük sağlamıştır.”

Bu nedenle Müslümanların, ister küfrün başı Amerika veya İngiltere, isterse küfür ülkelerindeki diğerleri olsun, isterse onların Müslüman yöneticilerden oluşan ajanları olsun onlara karşı çıkmaları ve onların tüm planlarını bozmak için çalışmaları gerekir;bu da ancak Müslümanları, bu planlar ve bunları başarısız kılma konusunda aydınlatan ve ülkelerinde yeniden İslam Devleti'ni kurmak, ardından da dışarıdaki küfrün başlarıyla mücadele etmek için Müslümanlara liderlik eden ve onların ellerinden tutan siyasi bir parti aracılığıyla düşmanı dizginleyerek gerçekleşebilir.

Allah'ın dininin yeni yardımcılarının çabaları ciddi siyasi bir partinin çabalarıyla birleştirilmedikçe, Allah'ın dininin tüm hükümleri uygulanmaksızın sadece okuma konumunda kalmaya devam edeceği gibi Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in en son vasiyet ettiği şu şey de kalmaya devam edecektir:لَا يَجْتَمِعُ فِي جَزِيرَةِ الْعَرَبِ دِينَانِ Arap Yarımadasında iki din bir arada bulunmaz.” Dolayısıyla müminlerin kalplerinde, bununla amel etmenin hiçbir etkisi olmayacaktır! Bu ise, ilk Ensar'ın siretini yineleyecek ve "üzerinde güneş batmayan" İngiltere'nin ve aynı şekilde Amerika'nın güneşinin sonsuza dek batacağını ve İslam'ın güneşinin yeniden doğacağını ancak bu kez tüm yeryüzünü Allah'ın nurunun kaplayacağını haber verecek biri gelinceye devam edecektir.Suud rejimi ise, büyük olasılıkla sadece haberlerde veya tarih kitaplarının kara sayfalarında geçen bir hikayeden ibaret olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nizar Cemal

Devamını oku...

Mısır Cumhurbaşkanının “Aydınlanmış Akım”, Akide ve Şeriatın Ötekileştirilmesi Hakkındaki Açıklamaları

Mısır son dönemde, ümmeti evcilleştirmeyi ve devlet gözetiminde dini söylemi yeniden kurgulamayı hedefleyen yeni bir resmi açıklamalar dalgasına sahne oldu. Bunların en dikkat çekeni, rejimin başındaki kişinin Harp Akademisi’nde Vakıflar Bakanlığı vaizleriyle yaptığı görüşmede söylediği sözlerdir. Burada yaptığı konuşmada, 1400 yıllık İslami mirasını “çer çöp ve çöküş (inhitat)” olarak niteledi ve Şeriat yerine “Rabbe” saygıdan dem vurarak, akideyi korumak yerine özgürlüğü koruyan “aydınlanmış bir akım” çağrısında bulundu. Bu sözler —taşıdığı anlamlar itibarıyla— sadece siyasi bir görüşten ibaret olmayıp, bizzat dinin üzerine kurulu olduğu temellere dokunmakta, şer’i tasavvura göre İslam’ın aslı ve devletin direği konumunda olan akide ve Şeriatın konumunu açıkça görmezden gelmektir.

İslam’a göre akide devletin temelidir. Hayat nizamı ondan doğar, hükümler ve kanunlar ona dayanır. Medine-i Münevvere’den başlamak üzere tarih boyunca İslam Devleti, hep bu ilke üzerine kurulmuştur. Devletin anayasasını beşerî hevalar veya milletlerin felsefeleri değil, bizzat Vahiy şekillendirmiştir.

Ümmetin asırlar boyu naklettiği mirası “çer çöp ve çöküş” olarak nitelemek; ümmetin ilimlerini inşa eden fakihlere, müçtehitlere, müfessirlere ve muhaddislere doğrudan bir saldırıdır. Bu aynı zamanda, Şeriatın nassları ve hükümleriyle korunduğu gerçeğini ve ümmetin geri kalmışlığının Şeriata bağlı kaldığında değil ancak onu terk ettiğinde söz konusu olduğu hakikatini görmezden gelmektir.

Aynı şekilde “Akideyi değil özgürlüğü koruma” çağrısı, şer’i mefhumlara yönelik bir darbedir. Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ dinin korunmasını zaruratın (temel zorunlulukların) en başına koymuş, onu canın ve malın korunmasından önde tutmuştur. İslam’da özgürlük mutlak değildir; bilakis vahiy ile mukayyettir. Çünkü insan mükelleftir, mutlak irade sahibi (başıboş) değildir. Kulların fiillerinde asıl olan, şer’i hükümlere bağlanmaktır.

Rab’be vurgu yapılması ise, bilinçli bir şekilde Mısır halkını İslam kardeşliği yerine “vatandaşlık” temelinde yeni bir bağa yönlendirme çabasıdır. “İman şeklimiz ne olursa olsun hepimiz tek bir Rabbe ibadet ediyoruz” anlayışıyla yeni bir bağ aşılanmak istenmektedir. Bu bizi, rejimin daha önce dini söylemi yenileme ve tekeline alma çerçevesinde benimsediği “İnsani Kardeşlik” ve sözde “İbrahimi Din” davetine geri götürmektedir. Bununla Es Sisi kendisini İslam’a ve fikirlerine karşı ilan edilmiş bir savaşta, sömürgeci kâfir Batı’nın bir mızrak ucu olarak pazarlamaktadır.

İmamlardan naslar pahasına “çağın” mefhumlarına uymalarını talep etmek, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözleriyle çelişmektedir:

وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” [Maide 48]

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” [Ahzab 36]

Hilafet’i yıktığından beri Batı, İslam beldelerini dini yönetimden ayıran laik temeller üzerinde yeniden şekillendirmeye ve İslam’ı siyasi ve ekonomik gerçeklikte hiçbir etkisi olmayan ruhani ritüellere indirgemeye çalışmaktadır. Es Sisi’nin yaptığı bu açıklamalar bu bağlamdan kopuk değildir; bilakis Batılı araştırma merkezlerinin (Carnegie, Chatham House, Rand) benimsediği ve “Dini Alanın Yeniden Mühendisliği” olarak bilinen ilan edilmiş planlarının doğrudan bir uzantısıdır. Bu planlar şunları öngörmektedir:

1- Şeriatın yönetimden ve kanundan dışlanması.

2- Siyasi çıkarlara hizmet etmek üzere resmi bir söylem üreten, otoriteye bağlı bir dini elitin oluşturulması.

3- Sadakatlerini garanti altına almak için dini kurumların güvenlik ve askeri sisteme entegre edilmesi.

Harp Akademisi’nde yaşananlar, tam da bu raporların tavsiye ettiği şeylerdir: İmamın, şer’i bir risale taşıyıcısı olmaktan çıkarılıp; Vahyin hükümlerine göre değil, mevcut nizamın gerekliliklerine göre kamuoyunu yeniden şekillendiren bir araca dönüştürülmesi.

İslam, akideyi Müslümanın vicdanında sadece bir fikir kılmamış; bilakis onu yönetim nizamı, iktisat, eğitim siyaseti, dış politika, uluslararası ilişkiler, hatta sağlık hizmetleri ve devletin İslam ile insanların işlerini gütmesi gereken diğer tüm hususların üzerine bina edildiği bir fikri kaide kılmıştır. Akide beşerî “çağdaş” mefhumlarla değiştirildiğinde devlet; kimliğini yitirmiş, yabancı baskılara boyun eğen ve egemen güçlere tabi bir yapıya dönüşür.

Şeriat veya İslam’ın hükümleri; yönetici ile tebaa arasındaki ilişkiyi düzenler, adaleti, işlerin ihsanla güdülmesini, yöneticinin muhasebe edilmesini, servetin adil dağılımını, toplumun ve güvenliğinin –onları bastırarak ve tehdit altında boyun eğmeye zorlayarak değil– hakiki manada korunmasını garanti eder. Devlet, İslam’ın hükümlerinden uzaklaştıkça zulme ve istibdata (zorbalığa) yaklaşır ki bugün ekonomik, sosyal ve güvenlik politikalarında bunu açıkça görmekteyiz.

Ey Kinane halkı! Dininiz “çer çöp” değildir, mirasınız “gerileme” değildir; bilakis o, on dört asır boyunca dünyayı aydınlatan bir nurdur. Gördüğümüz ve yaşadığımız geri kalmışlık, İslam’dan ziyade onun yönetimden dışlanmasından kaynaklanmaktadır. Akidenizi ve Şeriatınızı korumak entelektüel bir lüks değil, bilakis siyasi, ekonomik ve ahlaki çöküşten kurtulmak için bir zorunluluktur. Hiç kimsenin sizi kimliğinizden soyutlamasına veya nefislerinize dininiz hakkında şüphe tohumları ekmesine izin vermeyin. Mısır’ın kalkınması, dini söylemi yeniden şekillendiren askeri akademilerle değil, hayatın ve devletin esası olan İslam’ı tekrar doğru konumuna oturtmakla mümkündür.

Ey Kinane askerleri! Sizler, doğusundan batısına tüm dünyaya İslam’ı taşıyan büyük bir ümmetin evlatlarısınız. Allah katında ümmeti, dinini ve namuslarını korumak gibi büyük bir sorumluluğunuz vardır. Sakın ha, ümmetin akidesini değiştirmeyi ve İslam’ın hükümlerini hayatından koparıp atmayı hedefleyen bir projenin parçası olmayın. Sizin gücünüz sadece silahtan değil, Allah’ın dininin koruyucuları olmanızdan gelir. Bilin ki zulmün devamı ne Mısır’a ne de size hizmet eder; bilakis onu zayıflatmak ve bağımlı kılmak isteyenlere hizmet eder. Hadi bağımlılık zilletinden silkinin, aşağılanmışlık tozunu üzerinizden süpürüp atın! Allah’a, Rasûlü’ne ve dinine nusret vermek için kıyama kalkın! Velanızı (sadakatinizi) akideye ve onun hükümlerine hasredin. Gayeniz; temellerini İslam’ın attığı, hükümlerini tatbik eden ve onu dünyaya bir hidayet ve nur risalesi olarak taşıyan Devleti (Raşidi Hilafeti) kurmak olsun. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağını hakkıyla taşıyın. Umulur ki Allah sizden bunu kabul eder de zafer sizin ellerinizle gerçekleşir ve böylece büyük bir kurtuluşa ermiş olursunuz. Size söylediklerimizi yakında hatırlayacaksınız; biz işimizi Allah’a havale ediyoruz.

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın.” [Maide 49]

Devamını oku...

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu, değerli basın mensuplarını, siyasetçileri ve kamusal meseleler ile ilgilenen herkesi, düzenleyeceği Siyaset Salonu toplantısının yeni bölümüne katılmaya davet etmekten memnuniyet duyar. Programın bu haftaki konuğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi İbrahim Müşerref olacak. Söyleşinin başlığı ise şöyle:

“Afrika’da Sömürge Çatışması – Sudan Örneği”

Programın moderatörlüğünü Hizb-ut Tahrir üyesi Sayın Yakup İbrahim yapacak.

Tarih: 08 Cumâde’s Sânî 1447 / 29 Kasım 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Devamını oku...

Şam: Yahudi Varlığına Karşı Askeri Bir Yanıt Şu An Gündemde Değil!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Şam: Yahudi Varlığına Karşı Askeri Bir Yanıt Şu An Gündemde Değil!

Haber:

Suriye'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi İbrahim Alabi, Yahudi varlığının Şam'ın güney kırsalındaki Beyt Cin kasabasına yönelik saldırısını kınadı ve provokasyonlarına askeri bir yanıtın şu anda gündemde olmadığını belirtti. (Arab 48, 29/11/2025)

Yorum:

Askeri bir yanıt gündemde değilse, düşmanın bir daha bunun aynısını yapması nasıl engellenebilir?!Bu tür açıklamaları yapan yetkililerin doğası konusunda büyük bir soru işareti ortaya çıkıyor. Nitekim onlar, siyasi eylemin esaslarını bilmiyorlar gibi görünüyorlar; zira eğer tam bir teslimiyet siyasi eylem oluyorsa, o zaman bu, ne kadar da kötü bir eylemdir!

Peki Suriye zayıf bir ülke midir?Devrimciler, İran Devrim Muhafızları, Rus hava kuvvetleri ve karada savaşan Rus özel kuvvetlerinin desteğini alan İran, Lübnan, Irak ve diğer milislerle birlikte olan Beşar'ın ordusuna karşı savaştılar ve onlardan hiçbiri galip gelemedi ve devrimciler kararlılıklarını korumaya devam ettiler!

Beşar'ın ordusunu ve onun askeri teçhizatını kontrol altına almalarının ardından devrimcilerin gücünün azalmış olması mantıklı mıdır?!Yahudi varlığının onlardan bazılarını yok ettiği doğrudur; ancak diğer bazıları yok edilememiş, dahası yeni Suriye ordusunun daha iyi silahlarla donatıldığı bir dönem olmuştur; yoksa bütün bunlar, Yahudi varlığından ve onun Gazze'de ortaya çıkan suçlarından duyulan korkudan mı kaynaklanıyor?!

Bunların tamamı mantıksızdır; aksine bu, Şam'da iktidarın anahtarlarını kendilerine teslim eden ve onlardan Yahudi varlığına boyun eğmelerini ve ne olursa olsun Yahudi varlığının askeri eylemlerine karşılık vermemelerini isteyenlere boyun eğmektir; gerçek tavır işte budur ki bu, askeri bir zayıflık değil, bir teslimiyet tavrıdır; çünkü bir Müslüman, kanını, malını ve namusunu korumak için bir aslan gibi savaşır ve elindeki her türlü silahla savaşları kazanır. O halde Gazze gibi kuşatma altında olmayan, hatta kuşatılması da mümkün olmayan Suriye gibi büyük bir ülke, nasıl olur da Şam'daki çarpık bir iktidar koltuğu uğruna Yahudi varlığına bu şekilde boyun eğebilir?!

Nasıl olur da İslami olduğunu ve Rabbinin rızasını istediğini söyleyen bir grup böyle bir şey yapabilir?!Yoksa bu sadece kamuoyuna yönelik bir söylem olup kapalı kapılar ardında ise Erdoğan'ın istihbarat servisleri tarafından Şam'ın anahtarlarını teslim etmeden önce ayarlanan koltuklar, paralar ve kafirlere boyun eğme mi söz konusudur?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Et-Temimi

Devamını oku...

Avrupa Ülkeleri, Yahudi Varlığını Filistinlileri Korumaya Çağırıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Avrupa Ülkeleri, Yahudi Varlığını Filistinlileri Korumaya Çağırıyor!

Haber:

Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere, geçen perşembe günü yaptıkları ortak açıklamada, Yahudi varlığını uluslararası hukuka uymaya ve işgal altındaki topraklarda bulunan Filistinlileri korumaya çağırdı ve dört ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada şunları söyledi: “(Fransa, Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık olarak) bizler, yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik şiddet eylemlerinin endişe verici şekilde tırmanmasını şiddetle kınıyor ve Batı Şeria'da istikrar çağrısında bulunuyoruz.”(Reuters, 27/11/2025)

Yorum:

İşgalci ve yerleşimci sürülerinin Filistin halkına karşı günlük olarak işlediği suçlarla ilgili olarak dört Avrupa ülkesi tarafından yapılan bu kısa açıklamayı okuyan kimse, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini hatırlasın: إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ الْأُولَى: إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ“İnsanların peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: Haya etmiyorsan dilediğini yap sözüdür.”Yahudi varlığını Filistinlileri korumaya çağıran bu Avrupa ülkeleri, kurulduğu günden bu yana ona imkan tanıyan, Filistin halkına karşı savaşında onu destekleyen ve silah, uzman, teknoloji ve para tedarik ederek onu destekleyen ve hala da desteklemeye devam eden aynı ülkelerdir ki Gazze'de yaşananlar bunun en iyi kanıtıdır; zira eğer Amerika ve Avrupa'nın desteği olmasaydı, Yahudi varlığı Gazze'ye karşı iki yıl sürecek bir savaşa giremezdi. Ünlü Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs tarafından vurgulanan şey işte budur; zira Sachs şöyle demiştir: “İsrail, ABD'nin desteği olmadan tek bir gün bile savaşamazdı.” Dolayısıyla onların Yahudileri Filistin halkını korumaya çağırmaları demek, kurbanı öldürüp sonra cenaze törenine katılan bir kimse gibi olmaları demektir!

Bu ülkeler, kurda avını koruma çağrısında bulunan açıklamalar yayınlıyorlar! Sanki Yahudiler, açıklamaları ve gösterileri umursuyorlarmış gibi; zira Gazze'deki soykırım savaşına karşı dünyanın birçok ülkesindeki sayısız gösterinin ve uluslararası kuruluşlar tarafından işlenen suçları kınayan açıklamaların yapılmasının, Yahudilerin Filistin halkına yönelik vahşi davranışları üzerinde bir etkisi oldu mu? Dolayısıyla onlar, Yahudilerin uluslararası karar, kınama ve eleştiriye zerre kadar değer vermediklerini, aksine bu onların kibir ve suçlarını artırdığını biliyorlar. Zira Avrupa ülkeleri ve Amerika, Yahudilerin suçlarını durdurma konusunda ciddi olsalardı, Filistin halkı için timsah gözyaşları dökmek yerine onlara silah satmayı bırakırlar, dahası Yahudileri bu savaşı durdurmaya zorlarlardı; çünkü onlar bunu yapabilecek güce sahiplerdir. Ama savaş onların savaşı ve savaşın hedefleri de onların hedefiyken bunu neden yapsınlar ki?! Dolayısıyla Yahudiler, bu ülkelerin zaman zaman yayınladıkları bu kararların ve açıklamaların sadece yerel tüketime yönelik olduğunu çok iyi biliyorlar.

Müslümanların anlaması gereken şey, kendi tırnağınızdan başka kimsenin sırtınızı kaşıyamayacağı ve Filistin'deki soykırım savaşını durdurmak için harekete geçmezlerse, başka kimsenin de harekete geçmeyeceğidir; zira Filistin davası tüm Müslümanların davası olup herkes kıyamet gününde bundan dolayı hesaba çekilecektir. Bu yüzden ya zafer ve genişliği yer ve gök kadar olan cennete girmek ya da pişmanlığın hiçbir fayda vermeyeceği bir günde rezil ve pişman olmaktır ki Allah bizi bundan korusun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Ebu Hişam

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER