Pazartesi, 17 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Batı Medeniyeti Dünyanın Utancı ve Cehennemi İnsan Avcılığı İçin Bir Turizm ve Çocukları İstismar Etmek İçin Bir Adadır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Batı Medeniyeti Dünyanın Utancı ve Cehennemi İnsan Avcılığı İçin Bir Turizm ve Çocukları İstismar Etmek İçin Bir Adadır!

Laik felsefesi ve kapitalist sistemi aracılığıyla Batı'nın cehaleti, insanlığı yaratıcıya olan saygısından, aklın asaletinden ve vahyin değerlerinden soyutladıktan sonra onunla bir tüketim metası gibi muamele etmiş, insanlığı kültürel kötülüklerinin ve medeniyet rezilliklerinin bir deneme tahtası haline getirmiş ve ten rengine ve kafatası boyutuna göre öldürüp yok ettiği kanlı ve ezici bir ırkçılık ve kaynaklarını çalmak ve zenginliklerini yağmalamak için halkları yok eden ve aşağılayan sömürgeci bir barbarlık gibi insanlığın hayatını her türlü işkenceyi yaşadığı bir cehenneme çevirdiği gibi Batı'nın yaş kuru topraklarını, insanlarını ve taşlarını yaktığı (Batı'nın Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve sömürge savaşları gibi) ezici ve yıkıcı savaşlar için bir fabrikaya çevirmiş, vahşetini ve barbarlığını idare edip yönetmek için fabrikalar inşa etmiş ve bunları da tüm değerlerden kurtulmuş büyük ülkeler ve özgür dünya olarak adlandırmış, öldürme ve yağmayı rasyonalize etmek ve oranlarını artırmak için mekanizmalar kurmuş, öldürme ve yağmayı yasallaştırmak için yasalar ve uluslararası bir sistem yürürlüğe koymuş ve bunun için (Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler, Adalet Divanı, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve NATO askeri ittifakı...) gibi organlar oluşturmuştur; bu da tam bir medeniyet sapkınlığıyla son bulmuş, bunu cinsiyet, fıtrat ve tür sapkınlığı olarak tercüme etmiş, Lut kavminin iğrençliğini toplumsal bir sistem haline getirmiş; böylece insanlığı, laik küfrünün uçurumlarına, hayatının cehennemine ve medeniyetinin lanetine sürüklemiştir. 

Bugün laiklik, saf bir nihilizm ve tam bir medeniyet sapkınlığıyla sona erdikten sonra, bakın işte yöneticileri, politikacıları, kapitalist hırsızları ve yıkım hocalarıyla Batı’nın en büyük suçluları insanlığı tüm sapkın kaprisleri ve fıtratlarının gerici arzuları için bir test alanına dönüştürmüşler ve onlarla birlikte Batı medeniyeti de dünyanın laneti ve cehennemi haline gelmiştir.

Batı'nın lanetli sırtlanlarının ve canavarlarının, zenginlerin ve politikacıların sapkınlıklarını tatmin etmek için kapitalist Jeffrey Epstein'ın cinsel köleliğe ve çocuk tecavüzüne adanmış adasının cehenneminden, utancın ilk ülkesi Amerika'nın başkanlarından, utancın anası İngiltere'nin prensi Andrew'a kadar, hala bu utancın yüzleri ve küfür ve utanç verici imamlarının isimleri ortaya çıkmaya devam ediyor. Nitekim Amerikalı yasa koyucular, bu utancın finansörü ve hüküm giymiş cinsel bir suçlu olan Jeffrey Epstein'a ait 20.000 sayfadan fazla belgeyi yayınlamıştır; bu belgelerin bazılarında İngiltere Kralı Charles'ın kardeşi Andrew Windsor, ABD Başkanı Donald Trump, eski danışmanı Steve Bannon, eski Hazine Bakanı Larry Summers, Demokratların başkanı Bill Clinton ve Trump'ın Suriye temsilcisi Tom Barrack'ın yanı sıra büyük bankacıların isimleri de yer almakta olup Tom Barrack'ın adı da büyük bankaların kapitalistleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır; bunlar sadece yüzlerce belgeyle ortaya çıkarılan utanç verici buzdağının görünen kısmı olup dipte kalan ipleri ise Batı'nın tüm canavarlarına kadar uzanmaktadır.

Bakın işte aynı lanetliler ve onların barbarlıklarının bir başka bölümü, geçen yüzyılın doksanlı yıllarında Bosna-Hersek'teki zengin ve barbar Batı Avrupalı canavarların ardından, Bosnalı Müslümanların soykırımı sırasında, insanları av ve avlanma alanı olarak seçip Bosna'daki Müslümanların çocuklarını, kadınlarını ve yaşlılarını avlayıp vurmak için tuzağa düşürmüşlerdir!

1990'larda Saraybosna'da yaşanan "insan avı turizmi turları" davasıyla ilgili son İtalyan soruşturması, İtalyanların çocuklar da dahil olmak üzere sivillerin öldürülmesine karıştığına dair yeni kanıtlar elde ettikten sonra ortaya çıkmış ve dava, Avrupalı zenginlerin Bosnalı Müslüman çocukları, kadınları ve yaşlıları hedef alan keskin nişancı deneylerine katılmak için ödeme yaptıkları Bosna Savaşı'na dayanmaktadır; nitekim İtalyan Sky TG24 kanalının haberine göre, istihbarat raporları ve belgelere dayanarak 2024 yılında Milano'da resmi bir soruşturma açılmıştır.

Ayrıca önceki bir raporda da, barbar Bosnalı Müslüman keskin nişancıların İtalya dahil Avrupa'nın çeşitli bölgelerinden geldikleri ve Bosna'nın Saraybosna kentinin yüksek yerlerinden Müslüman çocuklara, kadınlara ve yaşlılara ateş ederek bir hafta sonu geçirmek için Hırvatistan ve Bosna'da Sırp militanlar tarafından işletilen kontrol noktalarında ödeme yaptıkları açığa çıkmıştır. Eski bir ajana göre, "müşteriler" "çok zengin insanlardı" ve çocukları öldürmek çok daha pahalı olanıydı; kadınlar ve yaşlılar için keskin nişancılık ve öldürme bedava teklif ediliyordu!

Yeryüzünü pislikleri ve küfrünün iğrençliğiyle boğup taşıran, lanetli Batı ve onun medeniyet sapkınlığı ve barbarlığıdır; onların en büyük suçluları, sadist, sapık ve fıtratı bozulmuş, insan müsveddesi ve şeytanların kopyaları olan Batı’nın kapitalistleri, yöneticileri ve politikacılarıdır; nitekim onları, bir lanetli günahtan daha da lanetli bir günaha dalmış halde görürsünüz; dahası onlar yüzünden Batı’nın ayıpları tamamen ifşa olmuş ve tüm maskeleri düşmüştür.

Bu nasıl bir lanet ve nasıl bir iğrençliktir ki dünya, Batı’nın zulmüyle kuşatılmıştır! Zira dünya, cinsel sapkınlık uğruna köleleştirilmekte, çocukların onuru iğrenç bir şekilde çiğnenmekte, çocuklar keskin nişancılar tarafından vurulmakta, insanlar avlanmakta ve insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş iğrenç ve utanç verici bir sadizme tanık olmaktadır; yani lanetli Batı, çocukların tecavüze uğramasını, keskin nişancılar tarafından vurulmasını ve öldürülmesini kendi politikacıları ve kapitalistleri için bir şehvet ve zevk kaynağı haline getirmiştir.

Batı bir medeniyet değil, aksine bir lanettir... Batı bir kültür değil, aksine bir musibettir... Batı bir sistem değil, aksine bir azaptır... Sanki Batı, şeytanların bir devleti ve lanetli İblisin bir krallığı gibidir!

Eğer şaşırmak istiyorsanız, insanlığın asla eşi ve benzerini görmeyeceği bu kökleşmiş fıtrata ve sapkın sadist eğilimlere şaşırın. Kovulmuş şeytan görünmüyordu ama lanetli Batı onu tercüme etti ve tanık olarak somutlaştırdı.

Kahrolası Batı! Ne kadar nankör, ne kadar alçak, ne kadar lanetlidir; zira insanlığın trajedisi Batı'dır, insanlığın sefaleti Batı'dır, insanlığın yıkımı Batı'dır, insanlığın kaybı ve kargaşası Batı'dır, insanlığın yenilgisi Batı'dır ve insanlığın cehennemi de Batı'dır...

Lanetli Batı, dünyanın belası ve insanlığın lanetidir. Şeytanın bir gazabı varsa, o da Batı'dır ve bu yeterince büyük bir beladır; onun tek alternatifi sadece azim İslam'ın nimeti olup bu da yeterince büyük bir nimettir; dolayısıyla Batı, tamamen şer olup onun tek alternatifi tamamen İslam'ın hayrıdır; ayrıca Batı, açık bir dalalet olup onun alternatifi ise azim İslam'ın nuru ve hidayetidir. İnsanı yok eden, zihnini çarpıtan ve fıtratını bozan lanetli Batıdır; onun alternatifi ise, gerçekten insanın aklını istikamet üzere kılan, fıtratını düzelten ve yaratıcısının ve yoktan var edicisinin hidayeti sayesinde onun insanlığını onurlandıran İslam’ın sanatkarlık harikasıdır.

Kötülük ve kötülük yapanların psikolojisi üzerine bir çalışma gerekseydi, Batı onun menbaı, kaynağı, sureti ve nihai hedefi olurdu; zira Batı saf kötülüktür ve politikacıları ile kapitalistleri de, şeytanların insan şeklindeki doğasının vücut bulmuş halidir; yani Batı, kötülük ve kötülük yapanlar ilimlerindeki ilk ve son derstir; bu yüzden şeytanın Adem Aleyhisselam’ın soyuna kurduğu tuzak bölümden ders, öğüt ve nasihat almak gerekir: قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَٰذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ إِلَّا قَلِيلاًYine demişti ki: “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.” [İsra 62] “Kontrolüm altına alacağım” mefhumunda senin için, kötülük, felaket, yıkım ve yok oluş gibi şeytanlarının sözlerinin ve kötülüklerinin toplamı vardır ve Batı bunların hepsini bünyesinde toplamış ve bunları gerçekleştirmiştir.

İnsanlar, hastalıklı Batı laikliğinin dalâlet ve sapkınlık gözüyle değil de hakikat gözüyle baksalardı, Batı'daki en büyük suçluları, en büyük hırsızları ve günah, kötülük ve büyük fesat sahiplerini görürlerdi; dahası Batı için filozof, yönetici ve politikacı haline gelmiş insanların cesetlerindeki şeytanları ve onların sapkınlıklarının, ahlaksızlıklarının, sapıklıklarının, azgınlıklarının ve müstehcenliklerinin boyutunun, dökülen kanların, çiğnenen namusların ve yağmalanan paraların boyutu kadar olduğunu görürlerdi; sonra yapı taşları insan kafatasları, kemikleri ve uzuvlarından ve yiyecekleri de insan kanı ve etinden yapılan Batı milletini görürlerdi. Böylece insanların hakikatler ve hatta erdemler arasında saydığı Batı laikliğinin bütün anlamlarının batıl olduğu onlar için açığa çıkmış olurdu!

Eğer insanlar basiret gözüyle bakmış olsalardı, Batı'da, medeniyet kıtlığından, çoraklıktan, salgın hastalıklardan, yoksulluktan, düşmanlıktan ve nefretten başka bir şey görmeyeceklerdi ki bunun her iki ucu da sabır sınırlarını zorlayan bir salgın ve vebadır. Dolayısıyla onlar, her bir musibetin diğer musibetle karıştığı, bu musibetlerinin birbirine girdiği ve yıkımın mikroplar gibi çoğaldığı musibetler makinesi ve fabrikası gördüler; böylece insan hayatının her çağı bir musibete dönüşmüş, onunla birlikte sabır de tükenmiş, huzur yok olmuş, görüş ifsat olmuş ve insanlık meselesi depresyon, delilik ve intiharla son bulmuştur.

Peygamberler, Allah'ın rahmetini, yani insanların birbirlerine merhamet etmelerini sağlayan şeriatı getirdiler: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ Biz seni ancak âlemlere rahmet olsun diye gönderdik.” [Enbiya 107] Batı ise, Batı'nın vahşi canavarını, milletleri ve halkları kökünden söküp atmak ve elleri altındaki her şeyi kendileri için tamamen bir yağma haline getirmek için laik kapitalist bir lanetle gelmiştir!

Bu lanetli medeniyet ve lanet olası sistemleri, bir cellat ve yargıç olup onun hükmü ve yargısı da lanettir; zira cellat kırbaca ve yargıç ise kurban için anesteziye sahiptir!

Kurtuluş, suçlu laik sistemin faillerini, suçlu laik sistemin mahkemelerinde yargılamakta değildir; çünkü kapitalist, yönetici, politikacı ve yargıç, tüm kötülüklerin anası olan kapitalist laik sistemin kötü huylu bir bitkisidir. Bu yüzden zalim bir sistemden, onun zalim kanunları aracılığıyla kısas talep etmek zihinsel bir aptallıktır. Aksine mesele, tüm mesele, kötü niyetli laik sistemden, onun celladından ve yargıcından nasıl kurtulacağımızdır.

Batı medeniyeti ve onun laik sistemi, insanlığın kötü huylu bir tümörüdür. Bu yüzden hayati mesele, onu nasıl kökünden söküp atacağımızdır. Dolayısıyla azim İslam, icat edici bir cerrah, mucizevi bir ilaç, nübüvvetinin Hilafeti, güçlü ve kudretli bir neşter olarak yeterlidir.

اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalırlar.” [Bakara 257]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâci Muhammed

Devamını oku...

Latin Amerika, Amerikan Zincirini Kırmaya Çalışıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Latin Amerika, Amerikan Zincirini Kırmaya Çalışıyor!

Haber:

Trump, Venezuela ve çevresindeki hava sahasının tamamen kapatılacağını açıklamasının ardından Venezuela'dan ilk yorum geldi. (BBC Arabic)

Yorum:

Venezuela, ABD Başkanı Donald Trump'ın hava sahasını tamamen kapatacağını duyurmasını sert bir dille kınayarak, bunu sömürgeci bir tehdit ve egemenliğinin ihlali olarak nitelendirdi.

Trump'ın Venezuela üzerindeki hava sahasını kapatma kararının, Washington'ın Latin Amerika'daki rakiplerine karşı yıllardır sürdürdüğü baskı politikasından ayrı düşünülmesi imkansızdır; zira Washington, bu bölgedeki nüfuzunun, artık geleneksel rolünü kabul etmeyen siyasi güçler lehine gerilediğinin farkındadır.Bu nedenle varlığını yeniden pekiştirmek ve çıkarlarıyla bağdaşmayan her türlü değişikliği önlemek için bu tür önlemlere başvurmaktadır.

Bu hamle güvenlik gerekçeleri altında sunulmuş olsa da, ancak pratikte Karakas'ı geri adım atmaya veya taviz vermeye zorlayacak boğucu bir siyasi ve ekonomik gerçeklik yaratma girişimidir.Bu sadece havacılık veya hava sahası meselesi değildir, aksine uluslararası sistemin açık bir sarsıntıya tanık olduğu bir dönemde, Batı yarımküredeki güç dengelerine ilişkin daha geniş mücadelenin bir parçasıdır.

Yaşananlar, sloganlar değişse bile Amerika'nın aynı eski hegemonya mantığıyla hareket ettiğini teyit etmektedir. Latin Amerika bugün, bu zinciri kırmaya daha çok hazır olduğunu fark ediyor; bu da onun tırmanışını, kendi çıkarlarına uymayan uluslararası bir yükselişi durdurma girişimi gibi görünmesine neden oluyor.

Her tiranın bir başlangıcı olduğu gibi bir de sonu vardır ve bu günler Amerika'nın en iyi günleri değildir; çünkü özellikle askıda olan dosyalar Amerika'nın içinde ve onu destekleyen bahçedeyken onun hegemonyası gerilemeye başlamıştır.

Yaşananlar, çöküşün eşiğinde olan uluslararası sistemin yıkıntıları üzerinde sallanan bir dünyada nüfuz çatışmasının yeni tezahüründen başka bir şey değildir; zira süper bir güç, kaybettiği rolünü aramaya ve kendisine tanıdığı meşruiyetten başka hiçbir meşruiyet taşımayan zorlayıcı önlemler yoluyla onu geri elde etmeye çalışıyor.

Bu politikalar ne kadar sert olursa olsun, değişimin yasalarını durdurmaktan aciz kalacaktır; zira milletler keyfi kararlarla yönetilemez ve kapıların kapanmasıyla yıkılamazlar; aksine iradelerini şekillendiren bir projeyle ve dünya liderliğindeki doğal konumlarına geri dönmeleriyle kalkınabilirler.

İslami ümmeti, Rabbani bir akide ve sistemi sayesinde İslam temelinde bir otoritesi kurulduğunda, bu helak olmuş sistemi ortadan kaldırıp tavizleri bilmeyen ve zorbaların egemenliğine boyun eğmeyen gerçek adaleti tesis etmeye muktedir olacaktır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللَّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُOnlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.” [Bakara 137]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dareyn Eş-Şanti

Devamını oku...

Kırgız Halkı, Demokrasiye Güvenmediğini Teyit Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kırgız Halkı, Demokrasiye Güvenmediğini Teyit Ediyor!

Haber:

İlk tahminlere göre, 30 Kasım'da yapılan Yüksek Şura milletvekilliği seçimlerine 1 milyon 556 bin kişi katıldı. Bu rakam, 4 milyonluk toplam seçmenin sadece %36'sını oluşturuyor.

Yorum:

Resmi otoritenin, yeni parlamento seçimlerine insanların katılımını artırma yönündeki girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Seçmenlere, oylarını istedikleri herhangi bir oy merkezlerinde kullanma hakkı tanınırken, yetkililer seçim gününden önce halkın oy kullanması yönündeki çağrılarını yoğunlaştırmıştır. Ancak Kırgız halkı seçimleri boykot ederek hem iktidar hem de muhalefet temsilcilerinin çoğuna olan güvenini kaybettiğini kanıtlamıştır.

Daha önceki seçim istatistikleri de halkın demokratik sisteme olan güveninin zayıfladığını teyit etmektedir. Örneğin 1995 yılındaki parlamento seçimlerinde seçmen katılımı yaklaşık %76’ya, 2000'de %58’e ve 2005'te %60’a ve 2007’de %74'e ulaşmıştır.2010 yılında ise katılım oranı %59,19’a, 2015'te %58,85’e, 2020'de ise %56,5'e ulaşmıştır. 2021 seçimlerindeki katılım oranı ise %34,61'i aşmamıştır. Bu da yukarıdakilerden anlaşılacağı üzere halkın seçimlere katılımının sürekli olarak azaldığını ortaya koymaktadır.

Gerçeklik, seçimlere katılanların sayısının, insanların demokratik sisteme olan güvenin bir göstergesi olduğunu göstermektedir. Daha dakik bir ifadeyle Kırgızistan'da seçmenlerin büyük çoğunluğu seçimleri boykot ettiklerini açıklamışlardır! Çünkü halk demokrasiden, birbirinden farklı olmayan iktidarlardan, sadece yetkililerin ve sermaye sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden seçimlerden artık bıkmıştır.

Bunun nedeni Kırgızistan'ın “bağımsızlığından” bu yana gelen ardışık hükümetlerin hepsinin, istisnasız ülkeyi zayıflatmak ve halkı yoksullaştırmak için çalışmalarıdır.Seçimler veya darbeler yoluyla gelen yöneticilerin bu konuda birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Bir de buna yozlaşmanın, zulmün ve aynı şekilde ahlaki çöküşün yaygınlaşması eklenmiştir. Şüphesiz bunun temel nedeni, kendisiyle yönettikleri demokratik sistemdir;çünkü yasalar, sadece insanlardan küçük bir grubun çıkarlarına hizmet etmektedir.

Demokratik sistemin destekçileri, çoğunluğun sesinin belirleyici güç olduğunu söylüyorlar ancak Kırgızistan'da yapılan seçimler, bu sözün sadece boş bir slogan olduğunu kanıtlamıştır; zira eğer gerçekten çoğunluğun görüşü geçerli olsaydı, o zaman seçmenlerden %60-70'inin boykot ettiği seçim sonuçlarının iptal edilmesi gerekirdi.

İslam, bugün var olan demokratik sisteme tamamen aykırı olup İslam’da insanların kanunlar çıkarmasına bir yer yoktur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي  أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا  “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65]

Seçimlere ve seçilme meselesine gelince; İslam şeriatının, Batı'daki seçimlerden ve bugün Müslüman ülkelerde uygulanan bozuk sistemlerden farklı, kendine özgü hükümleri vardır.İslam'da seçimler hiçbir baskı ve zorlama olmadan yapılmaktadır; dolayısıyla her Müslüman, kendisinde yeterlilik görmesi halinde, tüm amellerinde İslam’ı esas alması şartıyla kendisini aday gösterme hakkına sahiptir.

Son söz olarak: Müslümanların demokratik sistemdeki seçimlere aldanmamaları gerektiği gibi insanları seçimlere katılmaya zorlamaya yönelik her türlü çabaya karşı kararlı bir duruş sergilememiz gerekir;zira suçlu rejimin parlamentosuna veya hükümetine girmek, sadece suçluların ömrünü uzatmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla seçimler, fitne ve fesat içinde boğulan bu habis sistemi destekleyen kapitalist sistemi devirmek ve İslam'ı hayatın gerçekliğinde bir alternatif olarak getirmek gibi bizi büyük hedeften uzaklaştırmaya yönelik bir araçtan başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nureddin Asanaliyev

Devamını oku...

Varoluş Çatışması: Kim Galip Gelecek; Toprak Sahipleri Mi Yoksa Parçalama ve Yok Etme Projesi Mi?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Varoluş Çatışması: Kim Galip Gelecek; Toprak Sahipleri Mi Yoksa Parçalama ve Yok Etme Projesi Mi?

Haber:

Cenin Taburu bir askeri aracı hedef aldığını duyururken, işgal ise Han Yunus'u bombalamaya devam ediyor.

Gazze'de ateşkesin başlamasının 45. gününde işgal, anlaşmayı ihlal etmeye devam ediyor; zira Refah'a baskınlar düzenliyor ve sarı hat içindeki bölgeleri bombalıyor.

...Bu arada El-Kudüs Tugayları-Cenin Taburu ise savaşçılarının, Ez-Zuyud ekseninde işgal güçlerine ait bir askeri cipte bulunan patlayıcıyı infilak ettiklerini duyurdu. (El Cezire Net)

Yorum:

Cenin Tugayının saldırı duyurusu, işgale, mücade fikrini yok edemediği, direnişin sadece askeri bir tepki değil, aksine Batı Şeria'nın son dönemde yaşadığı zorlu güvenlik ve siyasi koşullara rağmen bu sürekli ilerleyen tiranlığı kırmaya yönelik bir girişim olduğu yönünde güçlü bir mesajdır. Bu da sorunun sadece Gazze ile sınırlı olmadığını, 1967'de işgal edilen tüm toprakları kapsadığını ve çatışmanın coğrafyasının birliği yeniden sağladığını, bu varlığın anladığı tek dilin ise müzakere veya ateşkes değil, sadece silahlı direniş olduğunu teyit etmektedir; Han Yunus ve Refah'ta yaşananlar bunun en büyük kanıtıdır.Dolayısıyla ateşkesin ilan edilmesi, yıpratma savaşına, direnişin ve yeniden mevzilenmesinin tasfiyesine yönelik bir kılıftan başka bir şey değildir.

Bu varlık kibrinden dolayı uçurumu sürüklenecektir; çünkü ümmetimiz ne kadar zayıf olursa olsun bize, bu ümmetin rahminden, Cenin, Gazze ve Beyt Cin'de bu zorba varlığa karşı destan yazan kahramanlıkların çıkacağını hatırlatmaktadır.

O gün kaçınılmaz olarak gelecektir; ey Allah'ın yeryüzündeki kulları, düşmanınız geliyor; o halde sakın silahlarınızı terk etmeyin ve Allah'ın indirdikleriyle olan yönetimin yeniden tesisi edilmesi için ümmetin devrimini ateşleyen bir meşale olun ki böylece Kerim Rasulümüz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulması şeklindeki müjdesini gerçekleştirenlerden olasınız.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةًO kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar.” [Nisa 102] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 02/12/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 02/12/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️  Papa'nın Türkiye Ziyareti

H. 11 Cumade’s Sânî 1447 - M. 2 Aralık 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı ◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi ◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı ◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu

Devamını oku...

Yemen’de Husiler Tarafından Hizb-ut Tahrir Gençlerine Yönelik Yeni Tutuklamalar, Amerika’ya Ölüm” Sloganı ile Trump’ın Gazze Planını Savunmak Nasıl Bir Araya Geldi, Bilemiyoruz?!

Husilere bağlı güvenlik güçleri, 27 Kasım 2025 Perşembe günü, Yemen’in orta kesimindeki Husi otoritesine bağlı Taiz vilayetinin Sabr el-Mevadim ilçesinde 28 yaşındaki Saddam Ali Kaid el-Mukurdi isimli genci gözaltına aldılar. Saddam el-Mukurdi’nin gözaltına alınması; 21 Kasım 2025 tarihinde İbb vilayetinde Üsame ve Muhammed Musad el-Varafi kardeşlerin gözaltına alınmasının ardından gerçekleşen ikinci gözaltı hadisesidir. Bu gözaltılar; “ “Trump, Müslüman Ülkelerdeki Kukla Yöneticilerini Rezil ve Utanç Verici Bir Anlaşmaya Sürüklemekte! Onlar da Haşim’in Gazze’sini Vesayet ve Sömürgecilik Altına Sokmak İçin Onun Arkasında Başlarını Öne Eğmektedirler!” başlıklı bildirinin dağıtılması üzerine gerçekleşmiştir. Söz konusu bildiri, Birleşmiş Milletler’in 17 Kasım 2025 tarihinde 2803 sayılı kararı çıkarma konusundaki suç ortaklığını ifşa etmektedir. Bu karar, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki savaşı durdurmak için hazırladığı ve “tarihi bir an” olarak nitelendirdiği planın onaylanmasından başka bir şey değildir. Hizb-ut Tahrir’in 19 Kasım 2025 tarihinde yayınladığı bu bildiri, Amerika’nın özelde Filistin, genelde ise Orta Doğu’da ördüğü komploları ifşa etmiştir. ABD’nin bu komploları, Oğul Bush’un 2001 yılında başlattığı Haçlı savaşı politikasının aynısıdır.

Bildiride, 23 Eylül 2025 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları marjında Trump’ın Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır, Ürdün, Türkiye, Endonezya ve Pakistan liderleriyle yaptığı görüşmeden bahsedilmiş ve Husilerin adı uzaktan yakından bildiride geçmemiştir. Hal böyleyken Husilerin gençleri gözaltına alması “yarasası olan gocunur” misalini andırmaktadır!! Gazze’yi desteklediklerini ve Mescid-i Aksa’yı Yahudilerden kurtarmaya çalıştıklarını söyleyenler; Gazze’nin vesayet ve sömürge altına girmesine, bazıları Kur’an diliyle konuşuyor olsa bile sömürgeci güçlerin emirleriyle hareket eden askeri güçlerin Gazze topraklarını çiğnemesine nasıl razı olurlar?! Ve yine sömürgeci Amerika’nın karanlık koridorlarında hazırlanan gizli planları ifşa edenlere, 1648 Westfalya Konferansı’ndan bugüne İslam’a ve Müslümanlara düşman olan uluslararası hukuk siyasetini ümmete açıklayanlara nasıl saldırırlar?

Husiler bu eylemleriyle, hakkın apaçık nurunu haykıran Hizb-ut Tahrir’in dürüst ve sadık davetinin çıktığı o pencereyi kapatabileceklerini mi sanıyorlar?! Husilerin, helak olan Ali Abdullah Salih’in yönetiminin zulmünden şikâyet edip, bugün aynı eylemleri ve belki de daha şiddetlisini Hizb-ut Tahrir gençlerine karşı yapmaları ne büyük çelişkidir! Peki parti gençlerinin takip edilip hapsedilmelerine sebep olan suçları nedir?! Trump’ın planını ifşa etmeleri ve Müslüman ülkelerdeki yöneticilerinin ihanetini dile getirmeleri mi?!

Husiler Amerika’ya karşılar mı, söyledikleri gibi “Amerika’ya ölüm” mü istiyorlar; yoksa göründüklerinin tam aksine Amerika’ya muhabbet ve dostluk mu besliyorlar, onu mu savunuyorlar, onun Müslüman beldelerindeki planlarını ifşa edenlere karşı mı geliyorlar, bilemiyoruz?! Zira onlar bir yandan Amerika’ya düşman olduklarını söylüyorlar ama diğer yandan Birleşmiş Milletler’e barış için ellerini uzatıyorlar!! Filistin’i gasp edenlerle savaşmak ve onları ortadan kaldırmak için plan yapıp çalışmak yerine 70. Cadde Meydanı’nda (Meydan es-Sebin) füze ve İHA gösterileri düzenlemekle yetiniyorlar. Mescid-i Aksa’nın, ufukları çınlatan tekbir sesleri eşliğinde Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesi altında yeniden Müslümanların yönetimine geçmesi ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesinin gerçekleşmesi için hiçbir fiilî mücadele yürütmüyorlar.

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ“Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Ey Yemen halkı! Ey Husilerin dayanağı Saada, Amran, Hacce ve Zamar kabileleri! Kâfirlerin suçlarını ve Müslüman yöneticilerin ihanetlerini ifşa edenlerin, ümmete yeniden izzet ve diriliş yolunu gösterenlerin gözaltına alınmasından hoşnut musunuz? Bu kimselerin çağrıda bulunduğu Hilafet Devleti, Müslümanları birleştirecek, İslam’ı uygulayacak, dünyaya yayacaktır. Bizler de o Hilafet’in askerleri olup her iki yurtta (dünya ve ahirette) kurtuluşa erenlerden olacağız. Hilafet Devleti Allah’ın izniyle geri dönecektir ve bizler onun gölgesinde yeniden “hayırlı bir ümmet” olacağız. Yahudilerle olan savaşımız da yakındır ve Allah’ın izniyle onları hezimete uğratacağız; bu Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadi, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Hadi o devlete nusret vererek her iki alemde de kendiniz için bir iz bırakın. Namınız her iki cihanda da yürüsün.

Devamını oku...

El-Halil Şehrinin Kalbi ve İbrahimî Camii, Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesinde Hangi Adım İzlenmiş ise Aynı Adımlarla Yahudileştiriliyor

Yahudi varlığı, İbrahim Camii’nin yönetim yetkilerinin El-Halil Belediyesi’nden alıp (Kiryat Arba’daki Yahudi Din Konseyi’ne) devredilmesine karar verdi. El-Halil Belediyesi’nin bu karara yaptığı itiraz reddedildi. Bununla birlikte, İbrahim Camii’nin iç avlusunun genel bir meydana dönüştürülmesine karar verildi. Buna ek olarak, Yahudi dernekleri El-Halil şehrinde evler satın almak için yoğun bir şekilde aktif olarak çalışmaktadırlar. Böylece El-Halil şehrinin kalbi ve bu şehrin kalbinde yer alan İbrahim Camii, dünya kamuoyunun ve İslam ümmetinin gözü önünde, tıpkı Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Miraç yeri ve çevresi Yahudileştirildiği gibi Yahudileştirilmektedir.

İbrahim Camii’ne, Oslo Anlaşması’ndan sonra ve özellikle 1994’teki katliamın ardından el konuldu. Bu katliamın hemen ardından Yahudi varlığı “Shamgar” komitesini kurdu. Kurulan komite, camiyi Müslümanlar ile gaspçı Yahudiler arasında ikiye böldü. İşledikleri katliamın ödülü olarak caminin üçte ikisini Yahudilere, üçte birini Müslümanlara verdi. Ardından 1997’de Filistin Kurtuluş Örgütü, ihanet anlaşması olan Oslo Anlaşması’na bağlı El-Halil Protokolü’nü kabul etti. Bu protokol gereğince şehir H1 ve H2 bölgelerine ayrıldı. Bu da, Yahudilerin El-Halil’in güney kısmı ile eski şehir ve İbrahim Camii üzerinde hâkimiyet kurmasının yolunu açtı.

İşgalin, El-Halil şehrinin kalbi ve İbrahim Camii üzerindeki egemenliğini sağlayan o uğursuz El-Halil Protokolü’ne saldırılmaması ve görmezden gelinmesi; bunun yerine insaf (adalet) dilenmek için işgal mahkemelerine ve suçlu varlığın işlediği tüm suçlara -biraz endişe duymak dışında- göz yuman Birleşmiş Milletler’e saldırılması (şikâyet edilmesi) şaşırtıcıdır. Oysa söz konusu bu BMGK, en son Gazze üzerinde Amerikan vesayetini öngören ve Yahudilere dilediklerini yapma konusunda mutlak yetki veren bir karar çıkarmıştır.

Evet, kurum ve kuruluşların, celladın bizzat kendisinden adalet talebinde bulunması, camilerimizi ve kutsallarımızı geri vermesini talep etmesi; buna karşılık Oslo Anlaşması’nı ve ardından El-Halil Protokolü’nü imzalayanların yüzüne karşı, “İslam topraklarına ve Müslümanlara yönelik bu ihanet anlaşmalarıyla başlayan belanın başı sizsiniz!” diye haykırmaması gerçekten hayret vericidir. Oysa en azından yapılması gereken –her ne kadar Filistin toprağından feragat gibi bir suçu telafi etmese de– Oslo anlaşmasının reddedildiğini ilan etmek ve onun üzerine inşa edilen, Mübarek Toprak Filistin’in büyük bir kısmından vazgeçen, işgalciye meşruiyet kazandıran tüm anlaşmalardan açıkça uzak durulduğunu beyan etmektir.

Ey Müslümanlar! İbrahim Camii, artık içinde batıl ayinlerin gerçekleştirildiği bir Yahudi sinagoguna dönüştürülmüştür. Onların bu icraatlarına karşı koymak, sadece Müslümanları orada namaz kılmaya çağırmakla olmaz. Bilakis Filistin Yönetimi’nin başta “Oslo” cürmü olmak üzere işlediği cürümleri reddetmekle; meseleyi aslına ve ilk karesine döndürmek için bu anlaşmanın ve eklentilerinin iptal edilmesini talep etmekle olur. O asıl mesele şudur: “Ortada, Yahudi varlığının üzerinde hiçbir meşruiyetinin olmadığı işgal edilmiş bir toprak vardır. İslam ümmeti, işgal altındaki o kutsal mekânlarını savunmakla yükümlüdür. İbrahim Camii de tıpkı Mescid-i Aksa gibi İslami kutsallardandır. Bunlar bir ‘Filistin mirası’ değil, yaratılmışların efendisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e mensup olan İslam ümmetinin mirasıdır. Davanın asıl sahibi, doğru çağrının muhatabı ve görevini yerine getirmesi gereken merci işte bu ümmettir; Yahudi varlığının mahkemeleri veya bir asırdır bu Yahudi varlığını kurup suçlarını örten o uluslararası taraflar değildir.

Filistin davasını İslam’ın koridorları dışında ve Müslümanların elleri dışında başka ellerle çözmeye yönelik her düşünce, davayı boş yere zayi etmek ve gaspçıyı meşrulaştırmak demektir. Bu düşünce, sahibini ihanetle damgalayan, dünyada ve ahirette onu utanç ve rezillikle niteleyen anlık bir zayi ediştir. Yahudilerin tüm bu uygulamalarına gelince, eğer İslam ümmeti ve orduları, Mescid-i Aksa, İbrahim Camii ve mübarek toprağın geri kalanına yönelik kutsal görevlerini yerine getirmiş olsaydı, halkının namusunu ve kanını korumakta yavaş davranmasaydı, tüm dünya onları onaylasa bile bu icraatların hiçbir varlığı ve etkisi olamazdı. Ancak Allah’ın izniyle bu gecikme uzun sürmeyecektir. Zira ümmet şu an Filistin’e doğru yürümek için bilenmektedir. Yahudilerin ülkelere ve kullara karşı her gün daha fazla azgınlık göstermeleri onların bu motivasyonunu daha da artırmaktadır. Ümmetin, kendisini satanlara ve yüzüstü bırakanlara karşı kıyamı Allah’ın izniyle yakındır; Allah’ın izniyle ümmet, işgali ve izlerini silecek, camileri ve toprakları onun pisliklerinden temizleyecek, Allah’a, Rasûlü’ne ve Mübarek Toprak Filistin’e ihanet edenlerin kirinden arınacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَىٰ فِي خَرَابِهَا أُولَٰئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” [Bakara 114]

Devamını oku...

“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

İslam ümmetinin yaşadığı fikri, siyasi ve askeri mücadelenin ortasında, Kur'an'da vahyedilen ilk kelimenin şu olduğunu hatırlatalım: اقْرَأْOku.” [Alak 1]Sonra ayetler, insanın Rabbiyle olan bağına geri döndürecek şekilde devam etmekte ve sonunda Müzzemmil suresi şu büyük kaideyle sona ermektedir:فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

Bu ayet sırf ibadet etmeye yönelik bir söylem değildir, aksine ümmetin Kitabı ile olan ilişkisini belirleyen ilahi bir rehberdir: Tıpkı okumak, düşünmek, ahitleşmek ve Müslümanın günlük hareketini, insanın, toplumun ve devletin hayatını yönetmek için gelen vahiy ile ilişkilendirmek gibi.

Yüzyıllar boyunca ümmetin alimleri bu ayetin, Kuran ile ahitleşmenin vacip olmasının, bir Müslümanın az bile olsa her gün düzenli olarak Kur'an okumasının, dolayısıyla Allah'ın Kitabı'nı okumadan hiçbir gün geçirmemesinin zaruretinin temeli olarak anlamışlardır.Taberi, meselenin rahatlamanın ardından (Kur'an'ı okumada) sürekliliğe delalet ettiğini açıklarken Kurtubi bu ayeti, bir Müslümanın gününün, Kur'an'ı okumadan geçmemesi gerektiğinin delili olarak açıklamakta ve İbn Kesir, Şevkani, Nevevi, İbn Receb ve diğerleri ise bu ayeti, Kuran ile sürekli bağlantı kurmanın anahtarı olarak açıklamışlardır.

Ancak Kur'an'ın istediği okuma, sadece kelimelerin tekrarı ya da bereket talep etmek için yapılan bir okuma değildir, aksine düşünceyi harekete geçiren, bir bilinç oluşturan, basireti aydınlatan ve gerçekliği değiştirmek için çalışmaya motive eden bir okumadır. Kur'an, sadece onunla sesimizi güzelleştirmek için değil, bilakis okunup itaat edilmek için indirilmiştir. مَا تَيَسَّرَkolayınıza geleni.” Bu, çok az olduğu anlamına gelmez, aksine bir Müslüman güçlü ve kararlı bir şekilde bunu yapmaya (Kur'an'ı okumaya) güç yetirebilir anlamına gelmektedir.

Bugün ümmetin, kendisini hadari yabancılaşma durumundan liderlik durumuna yükseltecek bir okumaya şiddetle ihtiyacı vardır. Okuma, bir Müslümanı doğru konumuna, yani İslam risaletini taşımaya, Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek bir yönetimi ikame etmek için çalışmaya ve vahiyden hayat, siyaset, ekonomi ve toplumla ilgili kapsamlı bir vizyon istinbat etmeye geri döndüren bir okuma olmalıdır. Kaç Müslüman, Kur'an'ın tamamını okumuş ve Kur'an'da yönetim, cihat, adalet ve zulümle ilgili ayetler geçmiş ancak kendisine şu soruyu sormamıştır:Bugün bu hükümler hani nerede? Ve neden uygulanmıyorlar?Kaç kişi Kur'an'ı hatmetmiş ancak bu onu, Kur'an'ın hükümlerini gerçeklikte somutlaştıracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmanın sorumluluğunu düşünmeye sevk etmiştir!

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20] Bugün bu sadece Kur'an'ı daha güzel seslerle okumaya yönelik bir çağrı değildir, aksine ümmeti vahye geri döndürecek ve onu parçalanma, hegemonya ve tağutlarla muhakeme olunmaktan kurtaracak fikri ve siyasi bir kalkınmaya yönelik bir çağrıdır.

Yani Kur'an, ancak itaat edilmek için okunur, uygulanmak için tilavet edilir ve onunla hükmetmek için ezberlenir.İnsanlardan birçoğunun Kur'an'ı sadece lafzi olarak okumakla yetindiği bir zamanda küfür ve sömürgeci güçler, ümmeti Rabbinin Kitabı'ndan uzaklaştırmak amacıyla ümmetin için yeni bir gerçeklik yazmak için çalışıyorlar.

İşte tam da burada Kur'an'ı tekrar tekrar ve canlı ve ilham verici bir şekilde okumanın önemi ortaya çıkmaktadır ki bu okuma, değişim için fikirler üreten ve kurtuluşa giden yolun insanları, insanların Rableriyle yeniden buluşturmakla başladığını anlatan bir okuma olmalıdır; bu da ancak İslam'ın yönetim projesini yeniden canlandırıp onun devletini kurmakla olacaktır.

O halde her bir Müslüman için Kur'an'dan, asla terk etmeyeceği, anlayışını geliştiren, azmini yenileyen ve ona hak yolu ve onun için çalışmayı hatırlatan bir bölüm olsun. Ve sloganımız da şu olsun: Kalkınmak için oku… Amel etmek için oku… Kur’an’ı ümmetin gerçekliğinde yeniden hakim kılmak için oku.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Takiyyuddin El-Bakari - Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER