Cumartesi, 10 Muharrem 1447 | 2025/07/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kötü Alimler Ümmet İçin Bir Vahamet ve Dine İhanettir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kötü Alimler Ümmet İçin Bir Vahamet ve Dine İhanettir!

Ümmetin üzerine felaketlerin arka arkaya geldiği ve muhlislerin düşmanlarının zincirlerinden kurtulmak amacıyla Allah'ın kudreti sayesinde güçlerini yeniden canlandırmak için hareke geçtiği bir dönemde Batı, bu uyku halini uzatmak için çeşitli kurnaz yöntemlere başvurmuş olup bu yöntemlerden biri de, yöneticilerinin dünyaları için dinlerini satan kötü alimlerdir;zira bu kötü alimler, yöneticilerin saraylarının sakinleri, onların zulümlerinin muhafızları ve sapkınlıklarının haklı göstericileri olmuşlardır.Bu yüzden onlar, ümmete düşmanlarından daha çok zarar vermektedirler; çünkü onlar, din adına içeride ümmete darbe vuruyorlar ve sahte fetvalarla zulmü meşrulaştırıyorlar.Dolayısıyla onların, Allah'a itaat etmektense yöneticiye sadakat gösterdiklerini, zulmün karşısında sustuklarını ve batılı güzelleştirdiklerini görürsünüz; yani bu ajanlar, Allah’ın şeriatını sırtlarının arkasına atmaktan hiç utanç duymuyorlar, sultana hizmet etmek için nâssları tahrif ediyorlar, yöneticinin emretmesi halinde Allah’ın mubah kıldığını haram kılıyorlar ve Allah’ın haram kıldığını da mubah kılıyorlar! Onların uyuşturucu fetvalarla ümmeti saptırmaları da cabası; zira fasık bile olsa yöneticiye karşı çıkmayı haram sayıyorlar ve “zalime karşı sabretmek, fitne çıkarmaktan daha iyidir” diye fetva veriyorlar ve yöneticiye itaat etmek için tüm hükümleri geçersiz hale getiriyorlar; sanki zulme karşı direnmek ve onu değiştirmek için çalışmak bir fitneymiş ve zulme ve insan yapımı hükümlere razı olmak bir dinmiş gibi!

Nitekim Kur'an bu kişileri zemmetmiş ve onları, kâfirlere, müşriklere, hatta Ebu Cehil'e bile yakıştırılmayan sıfatlarla nitelendirmiştir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ “Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur.” [Araf-176] Aynı şekilde şöyle buyurmuştur: كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً(Onlar), ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” [Cuma 5] Dolayısıyla onlar ilim taşırlar ama ittika etmezler, Kitab’ı okurlar ama onu tahrif ederler demektir; Nitekim örnekler ve vasıflar, zaman içindeki tüm kötü alimlere intibak etmektedir. Dolayısıyla bu kötü alimler, “istikrar” adına baskıyı meşrulaştırıyorlar, “fitne” adına tağut yöneticinin devrilmesini haram kılıyorlar; sanki İslam, zulmü ve yöneticilerin, hakkı haykıranlara işkence etmekten masumları öldürmeye kadar işledikleri suçları kutsamak için gelmiş gibi. Yine bu kötü alimler, “yöneticiye sadakat” adına dini rahiplerin ayinlerine dönüştürdüler ve dini sadece ibadetlerle sınırlandırdılar; sanki Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hem mihrabın dostu hem de cihadın kahramanı değilmiş gibi. Ayrıca kötü alimler, boş konulardaki tartışmalarla oyalanıyorlar ve hayati meselelerini göz ardı ediyorlar; böylece onlar, zehirli fetvalarıyla ümmetteki direniş ruhunu öldürüyorlar, bâtılı din kisvesine büründürüyorlar ve İslam'ın içini boşaltıp onu sadece otoritenin sloganlarına dönüştürerek kendilerine güvenen kamuoyunu yanıltıyorlar!

Muhammed ibn Cafer şöyle diyor: “Fakihler, Rasullerin emanetçileridirler; eğer fakihlerin sultanlara meylettiklerini görürseniz, onları suçlayın.” Dolayısıyla onlara işitip itaat edilmez ve fetvaları da alınmaz. İmam İbn Kayyım Rahimehullah şöyle diyor: “Eğer bir alimin, birçok kez sultanın kapılarına gittiğini görürsen, bil ki o hırsızdır.” O halde Müslümanlar, ilmi bir meta, fetvayı bir binek ve dini de insanlara üstünlük sağlamak için bir vasıta haline getirenlerden sakınsınlar.

Allah’ım, bu alimleri, tiranların karşısında duracak ve ümmeti Allah'ın emirleri doğrultusunda yönlendirecek Ahmed bin Hanbel ve Şafii gibi alimlerle değiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Hatice Salih

Devamını oku...

Radikal Hindu Yönetimi Altındaki Hindistan Hükümeti, ‘Ulusal Soruşturma Ajansı’nı Karanlık Emelleri İçin Bir Maşa Olarak Kullanmayı Sürdürüyor ve Bir Kez Daha İdeolojik ve Dürüst Bir Siyasi Parti Olan Hizb-ut Tahrir’in İtibarını Karalamaya Çalışıyor

Hindistan Ulusal Soruşturma Ajansı (NIA), 14 Haziran 2025 tarihinde, “Hizb-ut Tahrir davası” olarak bilinen soruşturma kapsamında Madhya Pradeş eyaletine bağlı Bhopal şehrinde üç noktaya ve Racastan eyaletine bağlı Jhalawar’da ise iki ayrı adrese eş zamanlı baskınlar düzenledi. Hindistan Ulusal Soruşturma Ajansı (NIA), Hizb-ut Tahrir’e yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında gerçekleştirdiği son baskınların, örgüte karşı “ek delil toplama” amacı taşıdığını öne sürdü. Ajans, operasyonlar sırasında “örgüte ait suç unsuru içeren dijital cihazlar ve materyallere” el konulduğunu iddia etti. Oysa sözde suç delili diye el koyduğu materyaller, çoğunlukla sadece kitaplar ve defterlerden ibarettir! Öte yandan, bu baskınlar öncesinde Carkhand eyaleti Terörle Mücadele Birimi’nin aynı soruşturma kapsamında iki kişiyi gözaltına aldığı öğrenildi. Hindistan hükümeti, 10 Ekim 2024’te küresel bir hilafet kurma çabası içerisinde olduğu ve bunun da “terör ve aşırılık” içerdiği gerekçesiyle Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini yasaklamıştı.

Ancak daha önce de vurguladığımız gibi, NIA’nın Hizb-ut Tahrir veya gençlerine yönelik bu alçakça iftiraları ispatlayamadığı artık herkesin malumu! Gerçek şu ki, şimdiki hükümet de dahil olmak üzere Hindistan’daki ardışık hükümetler, sistematik bir şekilde Müslümanları, kabile halklarını ve toplumun dışlanmış kesimlerini (Dalitleri) ırkçı politikalar ve baskıcı yasalarla hedef almıştır. Hindistan’da, aralarında İsyan Yasası, Yasadışı Faaliyetleri Önleme Yasası, Ulusal Güvenlik Yasası ve Silahlı Kuvvetler Yasası’nın da bulunduğu bir dizi mevzuat, muhaliflerin bastırılması ve Müslüman nüfusun intimidasyonu (yıldırılması) için birer araç olarak kullanıldı. Bu yasal araçların sistematik kullanımı, toplumsal bir korku atmosferinin yerleşmesine ve Müslümanların de facto olarak ikincil bir vatandaşlık statüsüne indirgenmesine neden oldu. Mevcut yönetim bu politikaları daha da derinleştirdi; temel anayasal haklar üzerinde ciddi kısıtlamalara gitti ve Müslümanlardan, abartılı ve aşağılayıcı bir biçimde sadakatlerini ispat etmelerini istedi. Tüm baskılara rağmen Hindistan’ın Müslümanları, imanlarının sarsılmaz kalesinden ve tarihin onlara bıraktığı zengin mirastan aldıkları kuvvetle direnmeye devam ediyorlar. Kutuplaştırıcı milliyetçi masallara boyun eğmeden, dimdik duruyorlar.

Hindistan’daki Halkın Sivil Özgürlükler Birliği’nin (PUCL) yaptığı yeni bir araştırma, ülkenin tartışmalı terörle mücadele yasası olan UAPA’nın uygulanmasındaki endişe verici bulguları ortaya koydu. Araştırmaya göre, 2015-2020 yılları arasında bu yasa kapsamında tutuklanan 8.371 kişiden sadece 235’i mahkûm edildi. Bu durum, %2,8 gibi son derece düşük bir mahkûmiyet oranına işaret ediyor ve tutuklananların %97,2’sinin, yıllarca haksız yere hapis yattıktan sonra beraat ettiği anlamına geliyor. Hindistan Yüksek Mahkemesi’nin eski başkanı D. Y. Chandrachud bile, terörle mücadele yasalarının muhalif sesleri bastırmak için kullanılmaması gerektiğini söylemesine rağmen ardışık hükümetler Müslümanları hedef almaya devam ediyorlar. Bu durum, adil yargılamalar olmaksızın uzun süreli tutuklulukları ve toplumda bir korku ikliminin oluşmasına zemin hazırlıyor.

Hindistan’da görülen çok sayıda dava, baskıcı yasaların Müslümanlara karşı sistematik bir yıldırma aracı olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. Bu davalarda sanık olan birçok kişi, hayatları tamamen altüst olduktan yıllar, hatta on yıllar sonra suçsuz bulunarak beraat etmiştir. Tamil Nadu eyaletindeki Hizb-ut Tahrir davası bu durumun en çarpıcı örneklerinden biridir. Ağır suçlamalara rağmen iddianamede güvenilir hiçbir delil sunulmamıştır. Bu durum, Hindistan devletinin terörle mücadele yasalarını azınlıklara karşı bir baskı aracı olarak kullandığını, ifade özgürlüğünü kısıtladığını ve Müslüman topluluklarda korku iklimi yaratmak için bu yasaları istismar ettiğini gözler önüne seriyor.

RSS (Rashtriya Swayamsevak Sangh) hareketinin desteklediği aşırılıkçı Hindu hükümeti, ülke yönetimindeki büyük başarısızlıklarını örtbas etmek amacıyla kamuoyunu manipüle etmeye devam ediyor. Bu yüzden Müslüman kuruluşları ve bireyleri hedef alıyor. Hükümet, bir yandan Vakıflar Yasası’nın değiştirilmesi ve üç talakın suç haline getirilmesi gibi tartışmalı ve adaletsiz olarak nitelendirilen yasaları onaylarken, diğer yandan çok daha acil çözüm bekleyen krizleri göz ardı ediyor. Bu krizlerden bazıları şunlar:

• 49 milyon dosyanın beklediği çökmüş bir yargı sistemi.

• Korkutucu bir ekonomik eşitsizlik; zira nüfusun %1’lik kesimi ülke servetinin %40’ından fazlasını kontrol ederken, kişi başına düşen milli gelir sadece yaklaşık 2.830 dolardır (dünya sıralamasında 130’uncu sıralarda).

•İşsizlik oranı %7,6’ya ulaşmış durumda ve bu durum, milyonlarca insanı kırılgan ve belirsiz yaşam koşullarına mahkûm ediyor.

•İhmal ve yolsuzluğun kangren gibi sardığı bu köhne devlet sağlık sistemi, çoğu çocuk sayısız masumun canına mal oldu ve olmaya devam ediyor.

Bu esnada, Hindistan’ın Manipur, Gucarat, Uttar Pradeş, Madya Pradeş ve Uttarakhand gibi eyaletlerinde, ötekileştirilmiş topluluklara yönelik hem devlet destekli hem de ırkçı nitelikteki saldırılar devam ediyor. Keyfi ev yıkımları, yargısız infazlar ve cezaevlerinde işkence gibi yöntemler bu uygulamalardan birkaçı. Bütün bunlar, mevcut hükümetin önceliklerinin halkın gerçek ihtiyaçlarıyla örtüşmediğini, tam aksine doğru ve sağduyulu bir yönetim anlayışından tehlikeli bir şekilde uzaklaştığını gözler önüne seriyor. Bu vesileyle, bir kez daha şu çağrımızı yineliyoruz:

Hindistan hükümetini ve Ulusal Soruşturma Ajansı’nı, bir nebze olsun sağduyulu davranmaya, mevcut tutumlarını yeniden değerlendirmeye ve Hizb-ut Tahrir’e yönelik yaklaşımlarını düzeltmeye davet ediyoruz.

1- Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan ve 50’den fazla ülkede faaliyet gösteren siyasi bir partidir. Parti, İslami inanca dayalı barışçıl çalışmalarıyla tanınan açık bir geçmişe sahiptir.

2- Pek çok hukukçu ve insan hakları savunucusunun, partiyi şiddete başvurmadan, mücadelesini fikri ve siyasi alanda yürüten bir siyasi hareket olarak tanımladığı ve bu yönünü takdir ettiği çok iyi biliniyor.

3- Hizb-ut Tahrir, ister demokratik, ister baskıcı, isterse de monarşik olsun, ne tür bir rejim altında olursa olsun, faaliyetlerini yalnızca İslam Ümmeti içerisinde yürütmekte ve adının terörle anılmasına yol açacak hiçbir eylemin içinde asla yer almamaktadır.

4- Partinin temel amacı, İslam dünyasında Raşidi Hilafet’i yeniden kurmaktır. Bu kutlu yolda yegâne güç kaynağı önce Cenâb-ı Hak, sonra da Ümmet’in sarsılmaz iradesidir. Bu yüzden, tüm baskılara rağmen davasından asla taviz vermeden kararlılığını sürdürmektedir. Nitekim, Hindistan’ın ünlü lideri Mahatma Gandhi de, özellikle 1919-1922 yılları arasındaki dönemde kaleme aldığı yazılarında, (Osmanlı Hilâfeti’nin korunmasını savunan) bu fikre destek vermiştir.

5- Hizb-ut Tahrir’in benimsediği değişim yöntemi, doğrudan Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hayatından esinlenmekte olup; diyalog, fikrî tartışma ve inançsal netlik üzerine kuruludur.

6- Partinin tüm yayınları ve literatürü, internet siteleri, basılı kitaplar ve hatta Amazon gibi büyük platformlar aracılığıyla herkesin erişimine açıktır. Bu durum, partinin kamuya açık entelektüel diyaloğa olan bağlılığının bir göstergesidir.

7- Hizb-ut Tahrir, on yıllardır sürdürdüğü yıllık konferanslar geleneğini bu yıl da devam ettirdi. Dünya çapında düzenlenen etkinlikler arasında en dikkat çekeni, Nisan 2025’te Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirilen ve hiçbir resmi engelleme veya tutuklama yaşanmadan tamamlanan Hilafet Konferansı oldu. Peki, başka her konuda Amerika’dan direktif alan Ulusal Soruşturma Ajansı yetkilileri, bu bariz gerçeği nasıl görmezden gelebiliyor?

Dünyanın bilge insanlarına soruyoruz: Hangi “terörist” örgüt kitaplarını en popüler internet sitelerinde satar ve onlarca yıldır halka açık konferanslar düzenler?

En büyük İslami siyasi hareketlerden biri olarak kabul edilen Hizb-ut Tahrir, her geçen gün yıldırılmaya boyun eğmediğini ve geri adım atmadığını aksine İslam ümmetinin Hilafet’i kurma yönündeki özlemlerinin sözcüsü olduğunu kanıtlamaktadır.

Buradan, başta alimlerimiz olmak üzere tüm İslam ümmetine sesleniyoruz: Hizb-ut Tahrir, dünya Müslümanlarının yeniden dirilişi için bir rehber olma görevini samimiyetle sürdürmektedir. Parti, 1953 yılında Mübarek Toprak Filistin’de yetişen değerli alim, kadı ve düşünür, Ezher mezunu Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani (Allah rahmet eylesin) tarafından kurulduğu ilk günden bu yana, Peygamber’in yolundan asla sapmamıştır.

Son olarak, Hindistan’daki Müslüman kardeşlerimize o şanlı ecdadını hatırlatmak isteriz: Şeyh Seyyid Ahmed Şehid’i, Şah Veliyullah Dehlevi’yi, İmam-ı Rabbani Ahmed Sirhindi’yi ve Şeyh-ul Hind Mahmud Hasan Diyubendi’yi -Allah hepsinden razı olsun- hatırlayın! Onların, İslam ümmetinin izzetini ve şerefini yeniden yüceltmek için nasıl canlarını feda ettiklerini ve bu kutlu dava uğrunda son nefeslerini verdiklerini asla unutmayın. Ey Hindistan Müslümanları! Artık ayağa kalkın! İkinci Raşidi Hilafet’i yeniden kurmak için çalışın! Ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayın!

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يُرِيدُونَ أَن يُطْفِئُوا نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللهُ إِلَّا أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ“Allah’ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” [Tevbe 32]

Devamını oku...

Büyük Devletler Nasıl Doğar?

Doğrudur, büyük devletler bir gecede doğmazlar. Şüphesiz, kendisinden bir sistemin fışkırdığı bir ideoloji üzerine kurulurlar. Devletin düşüncesi büyük fedakârlıklarda bulunan ve pratik olarak devlete nusret veren bir toplulukta vücut bulmasıyla devlet doğar. Ardından ideolojiyle birkaç on yıl gibi kısa bir sürede dünya liderliğini elde etmek ve ilahi yasalara uygun ölçüleriyle adalet ve merhamet anlayışını hayata geçirmek için yolunda ilerlemeye başlar. Dolayısıyla uluslararası arenada saygın konumunu yeniden kazanmak ve sadece küresel etki elde etmekle kalmayıp dünyaya mesajını iletmek, fikri liderliğini tesis etmek ve zulüm, baskı, kölelik fikirlerine karşı hem entelektüel hem de fiili olarak özgürlüğünü sağlamak isteyen bir ümmetin, duygusallığı, yüzeyselliği ve boş sözleri bırakıp somut eylemlere geçmesi kaçınılmazdır.

Böylesi bir devletin kurulmasına giden yol, aslında oldukça kolay ve işaretleri de son derece belirgindir. Kaldı ki bu devlet, daha önce kurulmuştur, on asrı aşkın bir süre milletler arasında yüce bir konuma erişmiştir ve kuruluşunun tüm adımları ile dayandığı temel kurallar, nesiller boyu kesintisiz bir şekilde aktarılarak günümüze ulaşmıştır. İşte bahsettiğimiz o büyük devlet bu şekilde doğmuştur. İşte Liderimiz ve Önderimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının, Yesrib ehlinden nusret aldıktan sonra devletin ikamesinde takip ettikleri yol budur. Bu metot, Rabbimizden gelen bir vahiy olduğu için, İslam Devleti’ni kurma hedefine ulaştıran değişmez sabit yoldur.

İslam ümmeti, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmettir, son bir asrı aşkın bir süredir tarihinin en zorlu döneminden geçmektedir. Toprakları işgal edilmiş, zenginlikleri ve kaynakları yağmalanmıştır. Gazze’de ve Batı Şeria’da evlatları iki senedir göz göre göre soykırıma maruz kalmaktadır. Hem fertler hem gruplar hem de devletler olarak İslam’dan uzaklaşmış, Allah’a isyanı basite almıştır. İslami kardeşlik bağları zayıflayarak sadece sembolik bir nitelik kazanmış, yerini İslam’ın reddettiği ancak sömürgeci Batılı güçlerin işbirlikçi rejimler vasıtasıyla empoze ettiği ulusçu ve milliyetçi kimlikler almıştır. Bu yapay kimlikler Müslümanları bölmüş, Batı’nın şeytanî planlarını uygulayan bu hain rejimler ümmeti çöküşe sürüklemiştir. Sonuç olarak Müslümanların temel meseleleri, kafir Batının kontrolüne geçmiştir. Savaşların başlangıcından yönetimine, hatta sona erdirilmesine kadar süreçler Batı’nın çıkarları doğrultusunda ilerlemektedir. İran ile Yahudi varlığı arasında yaşanan son çatışma bunun en net ve en canlı örneğidir.

Sonra da varlığını-benliğini paramparça eden, onları acizliğe ve zillete mahkûm eden bu çıkmazlardan kurtulmak için yanıp tutuşan Müslümanlar, ‘Bizim bu ölüm-kalım meselelerimizin, bu dallanıp budaklanmış dertlerimizin çözümü nedir, nerede?’ diye sormaya başlarlar. Bu noktada atılması gereken ilk ve en temel adım, içinde yaşadıkları bu bozuk düzenin ancak köklü ve kapsamlı bir değişimle düzelebileceğini fark etmeleridir. Çünkü mevcut yöneticilerin düzeni içinde reform aramak veya onlarla uzlaşmak gibi parçacı çözümler hiçbir işe yaramayacak, aksine bu çürümüşlüğün ömrünü uzatmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Batı’nın kültürel istilası, onların düşünce ve davranış biçimlerini derinden etkilemiş durumdadır. Bu bir realitedir. Bu realite, özellikle ümmetin İslam’la olan bağının zayıflatılması ve İslam’ın hayatlarında hâkim olması idealinden uzaklaştırılmasıyla gün geçtikçe daha da kötüleşmektedir. Bu yüzden, ümmetin yöneticileriyle olan ilişkisine darbe vurmak, yöneticileriyle her türlü bağı koparmak ve bu yöneticileri ve siyasi çevrelerini yönetimden uzaklaştırmak kaçınılmazdır.

Ümmetin bağrında, İslam’ı ve onun Nebevi değişim metodunu hakkıyla kavramış siyasi bir öncünün varlığı her şeyden önemlidir ki, bu vasıf yalnızca Hizb-ut Tahrir’de mevcuttur. İşte bu öncünün en büyük görevi, Hilafet davasını ümmetin omuzlarına bir sorumluluk olarak yüklemek ve bu ideal etrafında sarsılmaz bir kamuoyu ve halk desteği oluşturmaktır. Bu dava, halkın kendi kader meselesi haline geldiğinde, arzulanan köklü değişim için gereken fedakârlık ve mücadele ruhu da doğacaktır. Bu görev, arzulanan radikal değişim için fedakârlık ve mücadele yapmayı ve bir asırdır kayıp olan devletin yeniden kurulması için çalışanlarla birlikte çalışmayı gerektirir. Bu görev, sadece partiye değil, bütün ümmete farzdır. Parti, sadece iktidarı ele geçirmek değil, ümmetle birlikte ve onunla İslam Devletini yeniden inşa etmek için çalışmaktadır. Aksi takdirde, yakın zamanda şahit olduğumuz gibi, sadece vitrindeki yüzler değişecek, ancak İslam’ın yönetime hiçbir etkisi olmayacaktır. Sonuçta, uluslararası ilişkiler ve politikalar kafirlerin arzuladığı şekilde devam edecek ve Müslümanların acı halinde de hiçbir değişiklik yaşanmayacaktır. Müslümanlar yine sömürünün ve zulmün altında yaşamaya devam edeceklerdir!

Ey Müslümanlar! Ey Nebevi Hicret’inin yıldönümünü yaşayanlar! Tarihinizin en büyük hadisesinin neden Hicret olduğunu en iyi sizler bilirsiniz ve bu yüzden üzerinizde bir hak, bir sorumluluk vardır! Unutmayın, Hicret; o büyük devletin gölgesi altında İslam’ın teoriden pratiğe, sözden eyleme geçişidir! O gün Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’de o muhteşem devleti kurarak Arap Yarımadası’nı şirkin her türlü karanlığından temizlemiş ve İslam’ın nurunu alemlere taşımak için harekete geçmiştir! Ardından bu dönemi Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet izlemiştir. Hilafet, Sahabe-i Kiram’ın oluşturduğu siyasi birikimle, hem içeride hem dışarıda örnek bir yönetim sergilemiştir.

Ey Müslümanlar! Eğer gerçekten izzet, onur, zafer ve sömürgecilikten; zalim yöneticilerinizden ve tağuti uluslararası yasalardan kurtulmak istiyorsanız, uğruna hicret için yollara düşüldüğü İslam Devletini kurmaktan başka çareniz yoktur. Hizb-ut Tahrir, bu devletin nasıl kurulacağının yolunu ve yöntemini net bir şekilde ortaya koymuştur. O halde, bu devleti kurmak için onunla birlikte çalışın. Tarihteki Hicret’e gerçek ve pratik bir anlam kazandırmanın tek yolu budur. İşte, o büyük devlet böyle doğar. O devlet, küfür ve zulüm güçlerine karşı savaşacak ve baskın denk bir güç haline gelecek, onlara karşı zaferler elde edecektir. Unutmayın, bir zamanlar Hidayet ve Rahmet Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu o büyük devlet de işte böyle doğmuştur.

وَنُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ“Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Devamını oku...

Müslümanların Yöneticilerinin İhaneti Sebebiyle, Amerika’nın İki Vahşi Yaratığı Yahudi Varlığı ve Hindistan, Müslüman Ülkelerin Kutsallığını İhlal Etme Cüretini Göstermektedir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, bugün 20 Haziran 2025 Cuma günü, cuma namazının ardından başkent Dakka ve Çittagong şehirlerindeki birçok camide Gazze’de devam eden katliamları, aç bırakma politikalarını ve soykırımı protesto etmek ve Yahudi varlığının İran’a yönelik küstah saldırılarını lanetlemek amacıyla kitlesel protesto ve yürüyüşler düzenledi. Etkinliklerde yapılan konuşmaların özeti aşağıdadır:

“Küresel tepkilere rağmen ABD’nin doğrudan desteğiyle Yahudi varlığı, yirmi aydır Gazze’deki Müslümanlara yönelik tarihin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirmektedir. Yahudi varlığı evleri ve hastaneleri yıktı, gazetecileri, doktorları ve yardım görevlilerini öldürdü, Gazze’yi abluka altına alarak halkını aç bıraktı ve yardım dağıtımı sırasında sivil halkın üzerine ateş açtı.

Ümmetin feryatları gökleri titretti, meydanlar “Ordular Gazze’ye” diye inledi, insan hakları örgütleri Refah’a yürüyüşler düzenledi. Ama Yahudi varlığının etrafındaki hain Arap liderler bir adım dahi atmadı, kımıldamadı bile! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ“Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar; gözleri vardır ama onunla görmezler; kulakları vardır ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” [Araf 179]

Müslümanların ajan yöneticilerinin ihaneti, Amerika’yı daha da azdırdı. Şimdi de ABD, Müslümanlara karşı savaşını daha da genişletmektedir. Gasıp Yahudi varlığına ait uçakların Müslüman ülkelerin hava sahasını kullanarak İran’ı bombaladığını, Suriye’den, Irak’tan, Mısır’dan ve Türkiye’den tek bir kurşuna bile maruz kalmadan sağ salim üslerine geri döndüğünü gözlerinizle gördünüz! Dahası Ürdün’ün başındaki hain yönetici, Yahudi varlığını korumak için kendi ülkesinin semalarında İran’ın füzelerini düşürdü! Yahudi varlığı uçakları İran’ı bombalayıp geri döndüler, bölgedeki yöneticilerin ise bu durumu korkakça bir sessizlikle” seyretmekle yetindiler. Bu yöneticiler, bu alçakça teslimiyetlerinin doğuracağı felaketleri ya umursamadılar ya da bile bile bu sonuçlara göz yumdular.

Amerika, Müslüman dünyasına yönelik çıkarlarına hizmet etmesi için, Yahudi varlığını Arap topraklarında ve Hindistan’daki radikal Hindu grupları kendi politikalarının bir parçası haline getirdi. Çünkü Yahudiler ve müşriklerin Müslümanların en azılı düşmanı olduğunu çok iyi bilmektedir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ söyle buyurdu:

لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın.” [Maide 82] Müslüman ordularının kâfirleri titrettiği, zaferin kokusunun ufka yayıldığı bir anda Amerika’nın emir eri olan hain yöneticiler hemen devreye girip zafer yürüyüşünü durdurdular, ümmeti susturdular, şehitlerin kanını hiçe saydılar! Trump’ın kendi sosyal medya platformu “Truth Social”da yaptığı şu paylaşımı, bu işbirlikçi yöneticilerin nasıl kuklaya dönüştüğünün en büyük kanıtıdır: “İran ve İsrail bir anlaşma yapmalı ve yapacaklar da, tıpkı Hindistan ve Pakistan’ı anlaşmaya vardırdığım gibi... Şu anda birçok telefon görüşmesi ve toplantı yapılıyor.” dedi.

Artık maskeler düşmüş, Batının kirli planlarını uygulayan hainlerin gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır! İslam ümmeti artık bu siyasi liderleri devre dışı bırakarak, Filistin, Keşmir ve Arakan gibi gasp edilmiş toprakları özgürleştirmek üzere doğrudan ordulardaki sadık unsurlara çağrıda bulunmaktadır. Ve Allah’ın izniyle, bu çağrı cevapsız kalmayacaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Müslim] Ümmetin gerçek lideri sadece halifedir! Onun bayrağı altında, Amerika’nın kirli eli kesilecek, Yahudi varlığı da Hindutva Hindistan’ı da yerle bir edilecektir Allah’ın izniyle! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ “Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Ali İmran 111]

Bu sebeple, Hizb-ut Tahrir olarak biz, ümmeti, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i ikame etme hedefinde birleşmeye çağırıyoruz! Bu devlet, ümmetin birlik ve onurunu yeniden sağlayacaktır. Ayrıca ümmeti, ordular içindeki evlatlarına Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeleri yönünde çağrıda bulunmaya davet ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ“Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

Devamını oku...

Bir Dava Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Beşir Kasila Amca

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”
[Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, davasının yiğit taşıyıcılarından Beşir Kasila Amcanın Rahman’ın rahmetine kavuştuğunu büyük bir teessürle duyurur. Merhum, uzun süredir devam eden bir hastalıkla mücadele ettikten sonra 26 Zilhicce 1446 / 22 Haziran 2025 Pazar günü hayata gözlerini yummuştur. Hastalığı bedenini bitap düşürmüş olsa da Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurarak İslami hayatı yeniden başlatma davasındaki o sönmez meşalesini ve çelikten azmini asla zayıflatamamıştır. Bu uğurda karanlık zindanlara atılmış, baskılara maruz kalmıştır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, onu Salihler zümresi arasında kabul buyurmasını, derecesini ‘illiyyîn’e yüceltmesini, geride kalan kederli ailesine, yakınlarına, sevdiklerine ve dava arkadaşlarına sabır, metanet ve ecir ihsan etmesini niyaz ederiz.

إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.”
[Bakara 156]

Devamını oku...

Bu Sizin Gücünüzden Dolayı Değil

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bu Sizin Gücünüzden Dolayı Değil
Aksine Sizin Suçlu Sponsorlarınızın Desteğinden ve Bizim Sistemlerimizin Zayıflığından Dolayıdır Ey Cüceler!

Haber:

El Cezire, Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu'nun, "7 Ekim 2023'te tarihimizin en kötü felaketini yaşadık, ancak aynı şekilde karşılık verdik." dediğini aktardı. Netanyahu, "Tahran'a ulaştık ve İran'ın kötülük eksenini, kendi cephemizde ağır bir bedel ödeyerek yok ettik." dedi.

Yorum:

Müslümanların farkına vardığı ve belki de tüm dünyanın gördüğü gerçek şudur: Bu varlık, asla dokunulmaz ve ordusunun yenilmez olduğu şeklinde kendisi için çizilen sahte imajının kırılmasıyla birlikte ne yaparsa yapsın bir daha asla iyileşemeyecektir.

İşte bu 7 Ekim 2023'ü gerçekleştirenler, sizin ağlayarak kaçan askerlerinizi karşılamışlardı ve onlar, son pusuda ağlamaları kaydedilen aynı askerlerdir; zira onlar, sizin savaş ehli olmadığınızı biliyorlar. Nitekim 7 Ekim 2023'te Amerika sizi onlardan koruyamamış ve yöneticiler de size uygun bir atmosfer ve erzak temin edememişlerdi; dolayısıyla siz ve askerleriniz, yeryüzünde tek başınıza kalmıştınız.

Ama sonra bütün dünya, varlığınızın imajını düzeltme çabasıyla verdiğiniz tepkileri ve insanın kanını donduran en iğrenç suçları sessizce izleyen dünyanın gözü ve kulağı önünde Gazze halkına karşı yürütülen soykırım, bombalama, yıkım ve açlık savaşına nasıl odaklandığınızı iğrenerek izlemeye başladı.

Misliyle karşılık vermekle övünen bu kişi, Batı'nın kendisine sağladığı mutlak destek, Müslüman ülkelerdeki ajan rejimlerin komplosu, onların kendisine sağladığı destek ve malzeme olmasa, Gazze'yi kuşatmada kendisine ortak olmasalar ve ümmeti de Müslüman kardeşlerine yardım etmekten alıkoymamış olsalardı, kendisinin ve varlığının bu suçları işleyemeyeceğini herkesten daha iyi bilmektedir.

Misliyle karşılık vermekle övünen bu kişi şunu çok iyi bilsin ki; şayet bu ülkeler, ümmetten, sorunlarından ve projelerinden kopuk zayıf rejimler tarafından yönetilmemiş olsaydı Müslüman ülkelerde arbede çıkaramaz ve onun şehirlerini ihlal edemezdi. Zira ümmetin projesi kalkınma, Hilafet ve tam bir kurtuluş projesi olup rejimlerin projesi ise, Batı'nın emirlerini yerine getirerek tahtlarını korumak ve bu kötü huylu kanserli varlığın güvenliğini sağlamaktır.

Avrupa ve Amerika'nın desteği, finansmanı, koruması ve silahlarıyla İran ve diğer ülkelerdeki savaşından dolayı iç cephede ödediği bedele ağlayan bu kişi, eğer bu savaş gerçekten İslam ümmetini temsil eden bir devlete karşı olsaydı bu savaşın nasıl olacağını çok iyi bilmelidir; zira bu devlet, sadece kendi varlığına karşı değil, aksine mübarek topraklara varlığını diken gerçek kötülük eksenine karşı da kapsamlı bir yüzleşme ve kurtuluş savaşından daha azına razı olmayacaktır; bu yüzden yakında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek bu çatışmada ödeyeceği bedelin ne olacağını da çok iyi bilmelidir.

قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
(Rasulüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!” [Al-i İmran 12]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamas el-Vadi

Devamını oku...

Gücümüz Bir Nimet, Ancak Bölünmüşlüğümüz Bir Felakettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gücümüz Bir Nimet, Ancak Bölünmüşlüğümüz Bir Felakettir!

Haber:

Pentagon: ABD, İran'ın üç nükleer tesisini bombalamasının ardından İran ile savaşmak istemiyor. (AP News)

Yorum:

Pentagon, ABD'nin İran ile savaşmak istemediğini söyledi; bu açıklama, İran topraklarının derinliklerindeki üç nükleer tesise on dört sığınak delici bomba atılmasının ardından geldi! Böyle bir açıklama sadece ikiyüzlülük değil, aynı zamanda iğrenç bir şeydir. Zira bu, küstah sömürgeci bir zihniyeti yansıtmaktadır. Bir ülke başka bir ülkeye koordineli saldırılar düzenlerken, aklı başında bir insan nasıl olur da bunun bir savaş niyeti olmadığını inanabilir ki?!

Ancak bu yönetimin aldatmasında daha çok rahatsız edici olan şey, dünyanın bu açık saldırı karşısındaki sessizliği ve acizliğidir. “Gece Yarısı Çekici Operasyonu” olarak adlandırılan son Amerikan operasyonu, Amerika'nın gücünün bir kanıtı değil, aksine İslam ümmetinin bedenini kemiren siyasi acizlik ve bölünmüşlük gerçekliğinin utanç verici bir ifşasıdır. Bu ise ümmetin haklarını savunacak araçlardan yoksun olduğu için değil, aksine parçalanmış sınırlar aracılığıyla dağılmış bir irade ve ümmeti, öncelikli derdi gerek tahtlarını gerekse halklarından önce Washington'a sadakatini korumak olan rejimlerin yönetmesidir.

Pentagon, Amerikan bombardıman uçaklarının İran hava sahasına fark edilmeden girdiği için açıkça övünmektedir! Bu olay, derin bir tefekkür ve ciddi bir muhasebe anıdır. Zira İslam ümmeti kıtalar boyu uzanmakta ve muazzam servetlere sahip olup stratejik deniz yollarını kontrol etmekte ve bazısı dünyanın en büyük ordularından birine sahiptir. Ancak bu muazzam potansiyel felce uğramıştır; bu ise düşmanın gücü nedeniyle değil, aksine siyasi birliğin ve halkları gerçekten temsil edecek bir liderliğin yokluğu nedeniyledir.

Allah Subhanehu ve Teala bu ümmete, egemenlik, kalkınma ve dünya liderliği gibi gerekli tüm unsurları bahşetmiştir. Ancak kaynaklarımız dağınık ve ordularımız yapay sınırlarla zincirlenmiş durumdadır. Fordo, Natanz ve İsfahan tesislerine yönelik saldırılar sadece taktiksel saldırılar değil, aksine apaçık sembolik mesajlardır; yani Müslüman ülkelerdeki tüm rejimlere yönelik şu mesajlardır: Teslim olun, silahlarınızı bırakın, bizim şartlarımız üzere müzakere edin, yoksa yıkımla karşı karşıya kalacaksınız!

Bu nedenle tıpkı geçmiş dönemde olduğu gibi insanlığa adaleti, dengeyi ve merhameti geri getirmek için İslam'ın siyasi sistemi olan Hilafete davet etmek, sadece idealist bir hayal değil, aksine vacip, bir zorunluluk ve bir geleceği mümkün kılacak tek yoldur. Zira Hilafet, küresel güç dengelerini yeniden şekillendirecek, ümmeti, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri döndürecek ve Allah'ın risaletini tüm insanlığa taşıyacaktır.

وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal 46]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER